Devletin anayasal ve hukuki işleyişi “her bireyin kendisini ait ve güvende hissettiği” bir sistematiğe oturursa şayet, hiçbir oluşumun onayına ihtiyaç duyulmaz… Oluşumlardan kastettiğim de “aşiret-kanaat-cemaat” yapısıyla birlikte bu yapıların hakim olduğu sivil toplum kuruluşları.
Adalet denen kavramı her zerresine kadar sindiren gelişmiş ülkelerde “kanaat-aşiret-cemaat önderi” tanımlamasını duyan-gören-bilen var mı? Göremezsiniz çünkü “vatandaşıyla kurduğu iletişimde” üçüncü şahıslara/oluşumlara ihtiyaç duymaz o devlet. Kanunlar ve anayasal çerçeve her bireyin; kendisini ait hissettiği, güvende ve eşit gördüğü, hakkını savunduğu, suçluyu cezalandıran, masumu koruyan maddelere sahiptir.
Aynı suça, hakimlerin ve savcıların yorumuyla on farklı mahkemeden on farklı karar çıkmaz o ülkelerde. Suç net ise uygulanması gereken ceza da net ve tektir.
Özetle hak-hukuk-adalet-özgürlük-demokrasi-kurumsallık kavramlarını her zerresine sindiren ülkelerde suç ve ceza çizgisi ile anayasal işleyiş her bireyi kapsayacak eşitlikte ve netliktedir. Ve bu adaletli netlik aşiret-kanaat-cemaat oluşumlarını asla tanımaz, vatandaşıyla ve kurumlarıyla muhatap etmez.
Sözünü ettiğim gelişmiş ülke anlayışına yaklaşamayan ülkelerde ise iki sosyolojik sonuç ortaya çıkar; ya herkes kendi cezasını kendi uygular (bu durum nesiller boyu devam eden kan davalarını tetikler) ya da aşiret-kanaat-cemaat oluşumları sözde “adalet/karar/toplumu temsil” mekanizmasına dönüşerek toplumu baskılar. Yanlış ve kabul edilemez bu yaklaşım maalesef ki siyaset ve bürokrasi kademelerinin de aşiret-kanaat-cemaat unsurlarına teslimiyetine kadar varır.
Bunca yaşanmış özet üzerinden gelelim şimdiye. 2024 yerel seçimlerini tamamlamak üzereyiz. Halkın oyları ile belediye başkanlığı görevine layık görülecek herkese “vatandaşa hizmet etmekten ötesi sizlere nasip olmasın inşallah” duamı iletiyorum…
Yarın itibariyle komple ülke sandıkları bir kenara bırakıp acilen önümüze bakmamız gerekiyor. Zira; yönetimlerden, sistemlerden, ideolojilerden, sınırlardan, söylemlerden, uluslararası oluşumlardan, savaşlardan, krizlerden ve kaoslardan yana dünyanın dibi tutmak üzere.
Kısa bir süre sonra tüm işleyiş başlıklarında yeni bir kazana geçecek dünya düzeni. Bu geçişe kadar acilen derlenip toparlanması ve anayasal-hukuksal-sosyal-kültürel-bürokrasi-diplomasi-iletişim işleyişiyle güncel taleplere cevap verir hale gelmesi gerekiyor Türkiye’nin, çünkü A’dan Z’ye herkesin beklentisi bu yönde; güncellenme…
Türkiye Yüzyılı anlayışıyla gerçekleşecek bu güncellenme yolunda “dayatılan” hiçbir oluşuma ihtiyaç duymadan doğrudan vatandaşına dokunan sivil bir anayasa öncelik elbette. Şu an arka planda devam eden yeni anayasa çalışmalarının nasıl bir kapsayıcılığa sahip olacağı merak konusu.
Toplumun genel beklentisi “Türkiye odaklı çoğulcu demokrasi” anlayışının hakim olduğu bir anayasa… Sınıflandırmanın olmadığı, her bireyi “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olarak tanımlayan bir anayasa…
Yerinden ve objektif nabız alma sorunu yaşandığı için Kürtlerin yeni anayasa hakkındaki görüşleri henüz net olarak Ankara’nın masasında değil bana göre. Zira kırk yıl önceki zihinlerin, cümlelerin ve çerçevelerin güncel Kürtlerde karşılığı yok artık. Gençler baz alınmalı diyorum ben çünkü biz ve bizden öncekiler gidiyor, gençler geliyor ve bu anayasa en çok gençlere hizmet edecek…
Gençlere hitap eden öyle bir anayasa hazırlanmalı ki; her şehre, her bölgeye, her kültüre, her bireye dokunmalı… Her birey kendine ait hissetmeli… Türkiye odaklı olmalı… Sana-bana-ona göre değil hepimize göre olmalı…