Şimdi soru şu; her şey revize edilirken yada rafa kaldırılırken Atatürk’e hangi cephede yer verilecek?
Atatürk ün keşfedilmemiş/paylaşılmamış yönleri kaynaklar eşliğinde kamuoyuna servis edilip “Türkiye ve Atatürk” başlığı herkesi kucaklayacak bir şekilde revize mi edilecek yoksa “Atatürk bu ülkenin kurucu lideri fakat her yerde her zaman Atatürk demek yerine onu ulaştığı yerde saygıyla anıp rahat bırakıp işimize bakalım” mı denilecek göreceğiz.
Her şey, her yer ve herkes güncellenirken “Türkiye ve Atatürk” başlığına da neşter atılacak mı sorusu ve bu soruya cevap olacak pek çok seçenek zihnime takıldı geçen gün.
Ve pek çoğunuz gibi kendimi bildim bileli zihnimi kurcalayan “tarihe dair salt gerçekleri mi yoksa önümüze konulan BİLMEMİZ GEREKENLERİ mi biliyoruz” sorusu eşlik etti Atatürk’e dair sorularıma ve cevaplarıma.
Atatürk karşıtları her devir oldu ve bu karşıtlar düşüncelerini SAYGI çerçevesinde zikrettikleri vakit sorun olmadı. Ki neden olsun? Sevip saymak kadar benimsememekte demokratik bir hak.
Saygı demişken kısa bir not düşmek istiyorum. Andemi ile yüzleştiğimiz yeni dünya düzeni her mecrayı kendisine göre dizayn etmeye başladı. İnsanların ruh sağlığı da “çıldırma” yönünde bu dizayndan nasibini aldı maalesef.
Saygı kavramı ile birlikte çocukluğumuzun rutini olan “sevmek ve sevilmek” kavramlarını da şu an mumla arıyoruz. Öyle ki yaşadığımız her şiddet olayında sıklıkla karşımıza çıkıyor sevilmediği için; sevmeyi bilmeyenler, zarar verenler, öldürenler, şiddetten beslenen nesiller…
Halbuki “saygı duymak-sevmek-sevilmek” ekmek gibi, su gibi, hava gibi, barınmak gibi temel ihtiyacıydı tüm canlıların…
Bugünkü başlığımıza dönersek yeni dünya düzeninde ve Türkiye Yüzyıl’ında “Türkiye ve Atatürk” bağlamı nasıl resmedilecek diye düşünmeliyiz derim zira bu konu her an yeni veriler eşliğinde masaya gelebilir.
Yazımın başında da dediğim gibi Atatürk’e ve devrimlerine olumlu bakmayıp eleştirenler her zaman oldu. Aslına bakarsanız Atatürk karşıtlığını besleyen/körükleyen başlıca faktör bir kesimin ısrarla uyguladığı “dayatmacı tekçilik” oldu.
Atatürk’e yöneltilen eleştirilerin toplandığı merkezde “Osmanlı Devleti Cumhuriyetten daha iyiydi-Atatürk Kürtleri sevmezdi-Atatürk muhafazakarlara karşıydı” eleştirileri ve yan dalları vardı.
Yeni anayasa hazırlıklarının konuşulduğu son süreçte “Türkiye-Atatürk-Yönetim Anlayışı” triasının güncellenmesini de konuşacağız büyük ihtimalle.
Siyaset mecrasının dezenformasyona maruz kalmasıyla “beklentileri karşılayacak siyaset anlayışı ve siyasetçi” arayışları sürerken toplumların “güncel Atatürk nabzı” da doğru alınmak zorunda elbette.
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş/adaptasyon sürecinde sorun yaşanmaması ve hızla ilerlemesi için uygulanan “baskılama yöntemlerinin” aradan geçen yüzyıla rağmen hız kesmeden devam etmesi ebetteki pek çok aykırı anlayışı besledi. Ve bu “yok sayma-tekleştirme-baskılama” sürecindeki tüm sorunların mimarı olarak Atatürk gösterildi.
Halbuki Atatürk modernleşme/gelişme adına bir kapıyı aralamıştı ve bu geçişin hızlı-sorunsuz olması için “organik bütünlük” anlayışıyla bir dönemi yürütmüştü. Fakat ardından sağlanamayan “organik bütünlükten çıkıp demokrasiye geçişin” tüm sorunları dediğim gibi Atatürk’ün suç heybesine yüklendi.
Zihinlerdeki soru şu;
“Yeni Dünya Düzeni” ve “Türkiye Yüzyılı” diyoruz tamam da Atatürk ne olacak? Nerede konumlanacak?
Cevabım şu;
Atatürk bu ülkenin kurucu lideri bu sebeple hak ettiği yerde olmakla birlikte pazarda, manavda, sahilde, restoranda, kavgada, günlük sohbetlerde ve aklınıza gelebilecek tüm ortamlarda “ötekileştirmeyi körüklemek” için öne sürülen bir bahane olmamalı artık…
Yeni dünya düzeni; yüzyıllık prangalara mahkum edilemeyecek kadar hızlı, aktif, değişken ve zengin dil-din-mezhep-ırk yelpazesine sahip bu nedenle “tekleştiren anlayışı” benimsemiyor…