Uzun zamandır dile getirdiğim; “iletişim çağı”yla bilmesi gerekenden çok daha fazlasını biliyor ve görüyor insanlık.
Bu durum çok tehlikeli çünkü dünyanın mevcut siyaset-diplomasi-bürokrasi-STK-lobiler-iş dünyası bu potansiyele hitap edecek dürüstlüğe ve samimiyete sahip değil! Bu bilmeler ve görmeler karşısında siyaset-ideoloji-siyasetçi tüm inandırıcılığını yitirdi. Kitleler hiçbir şey duymak istemiyor; hizmet ve samimiyet dışında! Bunca sosyolojik savrulma arasında yeni bir sayfaya ihtiyacı var artık insanlığın. Ve bu sayfanın adı da artık iyice netleşmeye başladı; CEO ANLAYIŞI… Özeti 2024 yılıyla birlikte hızla start verecek gibi görünüyor… Çünkü; bana gelme, polemik yaratma, fazla konuşma, sadece tüm başlıklarda hizmet üret ve maddi-manevi ihtiyaçlarımı kusursuz bir şekilde karşıla diyor insanlık…
Yukarıda sözünü ettiğim tükenişten en fazla nasibini alan partiler elbette ki hizmeti değil ideolojiyi ve etnisiteyi ön plana çıkararak yol alanlar oldu. DEM, CHP ve Sol-Komünizm orijinli partiler gibi.
Geçtiğimiz yıl kaleme aldığım “Türkiye Yüzyılı en çok MHP’ye yakıştı” başlıklı yazımda tam da bunu anlatmıştım. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son yıllarda sergilediği “Türkiyecilik” çabalarını anlamayıp tepki gösterenler ilerleyen süreçte Bahçeli’nin nasıl bir milatta yer aldığını gayet iyi göreceklerdir. Çünkü “Türkiye Yüzyılı” kapısından geçtiğimiz bu zorlu yıllar, vakti geldiğinde önemli bir dönüm noktası olarak tarih kitaplarında okutulacaktır. Bu dönemin en büyük sorunu olarak da “tablonun bütününü okuyamayıp toplumu sığ sularda boğmaya çalışanlara” yer verilecektir.
Ard arda hayatımıza etki eden “Yeni Dünya Düzeni” ve “Türkiye Yüzyılı” başlıklarının altı elbette ki vakti geldiğinde doldurulacaktı. Ki belki de mevcut şartlar farkına varmadan bizi bu kapılara çoktan getirdi de iş sadece isim koymaya kalmıştı.
Velhasılı kelam Yeni Dünya Düzeni sancılar eşliğinde dönüşümüne devam ederken, Türkiye Yüzyılı çok daha büyük bir hızla coğrafyaya nüfus ediyor bence. Uzun zamandır olması yönünde ısrarlarımızı dile getirdiğimiz “sivil anayasa” sürecine de 31 Mart sonrasında hızla giriş yapacağımız artık kesinleşti. Aslında sivil anayasanın olmasından yana herkes hem fikir sadece bir iki başlıkta ayrışma var.
Bana sık sık yöneltilen “sizce yeni anayasa nasıl bir çerçevede olacak” sorusuna buradan cevap vermek istiyorum müsaadenizle… Yeni Anayasanın nasıl olacağından ziyade günümüz dünya-ülke-insan talepleri doğrultusunda “nasıl olması gerektiğine” önem verilmeli bence. Türkiye nüfusu yüz milyona dayanırken bu yüz milyonun dini-dili-kültürel çeşitliliği de bir o kadar zenginleşti elbette. Yani “tek devletiz fakat tek millet değiliz” artık… İnanıyorum ki yeni anayasanın temeli bu mantıkla şekillenecek. Bu mantık çerçevesinde mutabık kalınırsa devamı çok daha kolay gelecektir. Ki gelmelidir de zira sırtımızda bunca dünya sorumluluğu varken “ayrışarak değil birleşerek” güçleniriz ve büyürüz.
Bu minvalde bir “Türkiye Notumu” daha hemen aktarmak istiyorum. Dedim ya tüm ideolojiler miladını doldurdu ve yeni bir arayışı var ülkenin. Son süreçte elde ettiğim tüm zihni ve hissi verilerimi yan yana koyduğumda ortaya çıkan yeni devlet aklının “Muhafazakar Türkiyecilik”ten yana çıkmasını bekliyor Türkiye insanı… Muhafazakar kavramını lütfen Türkiye lokalinde (sadece dini kodlarla) okumayın hemen. Dünya lügatındaki muhafazakar karşılığı ile okuyun. Yani toplumsal değerlere sahip çıkmak/saygı duymak, birlikte hareket etmek, olanı muhafaza etmek, sorun yaratmamak yönünde bir muhafazakarlıktan söz ediyorum.
Böylesi bir muhafazakar anlayışın yanına “Türkiyecilik” kavramını da eklediğimizde buyurun size yeni yüzyıldaki yol haritamız…
Misal resmi bir programın açılışını düşünün. Önce şehitlerimiz rahmet ve saygı duruşu ile yad ediliyor, sonrasında İstiklal Marşı okunuyor ve en sonunda da Kur’an-ı Kerim tilavatine (veya mevcut kitleye hitap eden başka bir dini ritüele) yer veriliyor. Odağına “Türkiyecilik”i alan bir anlayışla hazırlanan yeni anayasa inanıyorum ki toplumun her kesiminden de destek alacaktır zira uzun zaman önce “saf ırk” anlayışı yerini “sentez ırk”a bıraktı. Bu kültürel sentez durumu dünyanın önümüzdeki yüzyıldaki “milliyetçilik” anlayışına da etki edecek elbette. Saf ırk argümanını kaybeden milliyetçiler şu an adını tam olarak koyamadıkları için bir arayışta olsalar da yakın zamanda sözünü ettiğim “toprak milliyetçiliği (aidiyeti)” noktasında buluşacaktır tıpkı Türkiye’nin de ilerlediği “Türkiyecilik Yolu” gibi…
Bunca değişim arasında hızla yol alacak aktif/inanmış kadro ihtiyacını karşılamak da gerekecek elbette. Peki nasıl mı? 31 Mart sonrasında belli kademelere özel “emeklilik” kararı ile yeni yüzyıla devam edilecektir diye düşünüyorum…