Yaklaşık 2 hafta önce Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yaşını kutladık. Her yıl olduğundan daha büyük bir kalabalık, Cumhuriyetin bu ülkenin tüm bireylerine sağladığı demokratik hakların peşinde olduğunu söylemek için alanlardaydı. Kalabalıktık, çünkü bahsettiğim kazanımların elimizden teker teker alınıyor olmasından rahatsızdık aslında…
Bugün 10 Kasım, ülkenin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 85. yılında saygıyla anıldı bir kez daha ve bu kez büyük önder anılırken bahsettiğim demokratik kayıplardan çok önemli bir parça da koparıldı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden…
Genel seçimlerde milletvekili seçildiği halde, hukuku bildiğimiz kadarıyla tahliye edilmesi ve milletvekilliği koltuğuna oturması gerekirken, halen tutuklu bulunan TİP Hatay Milletvekili Can Atalay ile ilgili verilen kararların yargının en büyük iki organı arasında akla hayale sığmayacak bir tartışma yaratması, bahsettiğim demokratik kaybın açık delili olarak karşımızda duruyor.
Çok kısa bir hatırlatma; Anayasa Mahkemesi Can Atalay’ın tahliyesine karar vermiş, Yargıtay bu karara uymadığı gibi Anayasa Mahkemesinin tahliye kararı veren üyeleri ile ilgili suç duyurusunda bulunmuştu.
Bir taşla kuş katliamına giden yolların yavaş yavaş hazırlandığına şahitlik etmek de varmış kaderimizde.
Gazeteci-yazar Murat Yetkin, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Özbekistan dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamada, Anayasa Mahkemesinin birçok yanlışları arka arkaya yapar hale geldiğini söyleyerek, kesin tavrını ortaya koyduğunu dile getirdi.
Çok önemli, alt mesajlarının dikkatle irdelenmesi gereken, küçük ama etkili bir cümleden bahsediyoruz.
Şimdi önce şunu koyalım ortaya; bizim ‘Anayasa’ adını verdiğimiz, ‘hakimiyeti kayıtsız şartsız millete teslim ediyorum ve nasıl kullanılacağını da en üst yargı birimi olarak burada tanımlıyorum’ diyen bir metnimiz var. Hatta vurgulamakta yarar görüyorum; ilk dört maddesinin değiştirilmesi asla söz konusu edilemeyecek bir metin…
Bu metnin nasıl işletileceği üzerinde sorumlu olan en üst noktada yetkili iki de kurum mevcut, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay!
Anayasa Mahkemesinin görevi Anayasaya aykırılıkları denetlemek, özellikle devlet kurumları ile vatandaş arasındaki hak ihlallerine ilişkin açılan davalarda haklıyı haksızdan ayırmak. Verdiği kararlar kesin ve bağlayıcı. Çünkü Anayasa’da, yani ülkenin en üst noktadaki yasa metninde böyle yazıyor.
Yargıtay’a gelince… Adli yargılamalarda hakkımızı arayabileceğimiz son kurum kendisi. Burada da olmuyorsa yine Anayasa Mahkemesine gidiyoruz, çünkü son merci Anayasa Mahkemesi! Hiçbir mahkemede sonuç alamıyorsak, iş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor, çünkü ülkedeki tüm yasal zeminler denenmiş oluyor.
Bugün tartıştığımız konuysa şu; Yargıtay Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara uymuyor. Üstüne bir de Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyeleri için suç duyurusunda bulunuyor!
Hukuk savunucularının bu durumu tarifi şöyle; Anayasal düzene karşı darbe!
Ben de sade vatandaş olarak baktığımda Anayasal Düzen adını verdiğim kavramın zaten çoktan ortadan kalktığını görüyorum bir süredir. Çünkü Anayasa Mahkemesinin kararlarının beğenilenlerini uygulayan bir yürütme organı var karşımızda. Dikkatinizi çekerim, sadece beğenilen kararlara uyuluyor. Yoksa yasalar, adalet falan hak getire…
Şimdi gelelim güncel konumuzun devamına…
Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay eliyle iktidar tarafından işlevsiz bırakılmak istendiği ortada. Bu saatten sonra Can Atalay’ın tahliyesi konusunda görüş belirten Anayasa Mahkemesi Üyelerinden istifalar gelirse şaşırmamak lazım, zira konunun uzmanı bütün yazarlar ve hukukçular bu yönde görüş belirtiyor.
Buraya kadar anlattığımız hukuki anlaşmazlıklar sonucunda bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın diğer cümleleri de dikkate değer…
“Türkiye, Milli Mücadele dönemi hariç milletin ihtiyaçlarını karşılayacak bir anayasaya hiç sahip olamadı. Darbecilerin ve ideolojik saikler ile onlara destek olan kimi kesimlerin ülkeden ve milletten kopuk gündemleri çerçevesinde şekillenen anayasalara mahkum edildik. Uzunca bir süredir sürekli ülkemizin yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasaya olan ihtiyacını ifade etmemizin sebebi, işte bu mahkumiyeti sona erdirmektedir… Yargının iki kurumu arasındaki yetki tartışmasının çözüm yeri Anayasa’dır, yasalardır. Ancak, anlaşılan o ki, mevcut Anayasamız ve dolayısıyla ona göre şekillenen yasalarımız, bu konuda da yetersiz kalmaktadır!”
Geliyor gelmekte olan…
Bir darbe Anayasası olarak işleyen şimdiki Anayasanın daha demokratik ve daha güncel haliyle toplumun ihtiyaçlarına tam olarak cevap veren bir üst hukuk metni olarak düzenlenmesini ben de canı gönülden isterim de, işin böyle gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusundaki endişelerim öyle yoğun ki…
Bir hukukçu olmadığım için daha çok hukukçuların aktardığı bilgilere dayandırmaya çalıştığım yazımı yine bir hukukçunun yorumu ile noktalamayı, hatta bu yorumu olduğu gibi aktarmayı uygun buluyorum.
Bir dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen ceza hukukçusu Prof. İzzet Özgenç, sosyal medya hesabından Erdoğan’a yayınladığı mektubunda şöyle diyor;
“Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Ağabeyim,
Bu mektubu size, resmi bir sıfat taşımadan ve resmi bir statüye sahip olmadan uzun yıllar Hukuk alanında danışmanlığınızı yapan bir kişi olarak kaleme alıyorum.
Anlaşılan o ki, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen muayyen bir olayla ilgili ‘hak ihlali’ ve yeniden yargılama kararına ‘uyulmamasına’ dair karar, Yargıtay Başkanlığı postunda oturan kişinin yanı sıra, sizlerin de bilgisi dahilinde verilmiştir.
Hukuki danışmanlık çalışmaları çerçevesindeki yönlendirmeleri dolayısıyla mahcubiyetini gerektiren bir durumun olmadığı ortaya çıkmış bir kişi olarak, etrafınızı saran veya çevrenizde tuttuğunuz “hukukçu” geçinen ÇAKALLAR yüzünden, somut hukuki sorunlarla ilgili düşüncelerimi size zamanında arz etme ve yönlendirme kabiliyetim ortadan kalkmıştır. Bu durumu, şahsım için bir eksiklik olarak telakki etmiyorum. Ancak, Hukuka geri dönülmesi dışında hiçbir beklentisi olmayan bir kardeşiniz olarak, bir üyesi olduğum toplumumuzun Hukuk alanındaki geleceğiyle ilgili endişelerim dolayısıyla, sizi Anayasanın Cumhurbaşkanına yüklediği “Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin etme” görevini (m. 104, f. 2) yerine getirmeye davet ediyorum.
Selam, saygı ve sağlık dileklerimle.”
Sanırım başka söze de pek gerek yok…