Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

17 Ağustos’a bir hafta kala…

Tam bir hafta sonra 17 Ağustos depreminin üzerinden 25 yıl geçmiş olacak…

Muhabirliğimin ilk yılları, büyük kızımın ilk ayları…

O an yaşadığımız paniği, bir içgüdüyle kızımın üstüne nasıl siper olmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sarsıntının durmasının ardından herkesin nasıl sokağa döküldüğünü, haber merkezine üzerimdeki şaşkınlığı da sürükleyerek nasıl vardığımı…

O şaşkınlık, dehşet, korku, çaresizlik, üzüntü duygularıyla katlanarak arttı ileriki günlerde, deprem bölgesinde süren mesaim boyunca.

Günlerce yıkıntıların arasındaydık, birilerinin kurtarılmasını, yardımların gelmesini, çocukların kaybolmamış olmasını dileyerek, halka yaşananları duyurmaya çalışarak geçirdik sonraki 15-20 günü…

İnsan yaşarken anlamıyor olanların kendisini nasıl etkilediğini, annemin ‘Sen artık biraz dinlensen, iyi değilsin, sen gibi değilsin’ sözleri biraz aklımı başıma getirmişti bu sürecin sonunda.

O günden sonra her sarsıntı olduğunda, yaşanan büyük küçük her depremin arkasından, olacak, olabilecek felaketleri tahmin ettiğimden, kocaman açılmış gözlerle uzun süre veri akışı yapan kaynakları taramaktan kendimi alıkoyamam…

25 yılda kim neler yaptı, neler yapmadı konusu ise bizi yepyeni dramların eşiğinde olduğumuz gerçeğine götürüyor.

Marmara Bölgesindeki Mimarlar Odası Şubeleri bu önemli dönemecin eşiğinde çok önemli bir etkinliğe imza atmaya hazırlanıyor.

Etkinliğin adı; ‘Türkiye’nin Deprem Gerçeği 17 Ağustos Depreminin 25. Yılında Marmara Bölgesinde Mimarlık, Planlama ve Afet Yönetimi Sempozyumu.

Duyurusunun ön yazısında Mimarlar Odası Şube Başkanları şöyle sesleniyor;

“Yirmi beş yıl önce büyüklüğü, neden olduğu kayıplar ve etkilediği alanın genişliğiyle ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük felaketlerden olan; yirmi binin üzerinde can kaybının yaşandığı 17 Ağustos 1999 İzmit ve 12 Kasım 1999 Düzce depremleri gerçekleşmiştir.

Bu depremlerin ardından 2011’de Van’da, 2019’da İstanbul’da, 2020’de Manisa, Elazığ, Van ve İzmir’de meydana gelen depremler ise yeni felaketler konusunda bizleri uyarmıştır. Ancak topraklarının tamamı depremsellik koşullarında olan ülkemizde, tüm bu yıkım ve kayıplara sebep olan bilimi yok sayan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları sürdürülmüştür.

6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremlerde yaklaşık 14 milyon yurttaşımız etkilenmiş; resmi verilere göre 50 binin üzerinde yurttaşımız hayatını kaybetmiş, 100 binin üzerinde yurttaşımız yaralanmıştır.

Depremlerin ardından bölgedeki yapılaşma ve imar sürecinin yeniden başlatılmasına odaklanılmış, yerel yönetimler dışlanarak ilgili bakanlıklar ve TOKİ’ye planlama ve inşaat yetkisi verilmiş; ormanlar, meralar ve koruma alanları yapılaşmaya açılmıştır. Günümüzde planlamada temel ilke olan toplum temelli katılımcı süreçler işletilmemiş, toplumun temel barınma hakkının yanı sıra sağlıklı, sağlam, güvenli yaşam çevrelerinin oluşturulmasına, eğitim, sağlık ve kültür hizmetlerinin geliştirilmesine olanak verecek bir planlama ortaya konmamıştır. Yerel yönetimlerin ve toplumun dışlandığı bir yeniden yapılaşma ve kent kurma süreçlerinin oluşturacağı sorunların yakın gelecekte tartışma konusu olması beklenir.

Mimarlar Odası olarak, sahip olduğumuz mesleki uzmanlık ve toplumsal sorumluluklarımız kapsamında; sağlıklı ve güvenli kentleşme ve yaşam çevrelerinin oluşturulması, afetlere karşı sağlam yapılı çevre üretiminin sağlanması, kültürel, tarihî ve mimari mirasın korunarak gelecek nesillere aktarılması amacıyla kamu ve toplum yararı doğrultusunda “Türkiye’nin Deprem Gerçeği: 17 Ağustos Depreminin 25. Yılında Marmara Bölgesinde Mimarlık, Planlama ve Afet Yönetimi Sempozyumu” düzenlenmektedir…”

Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin de paydaş olduğu sempozyum için Bursa’nın tüm yerel yöneticilerine ve konuyla ilgili tüm bileşenlerine gerekli davetler gerçekleştirilmiş.

Üzerinde konuşulan konular ve sempozyum sonucunda ortaya çıkacak olan sonuçlar itibariyle son derece önemli olacağını düşündüğüm bu etkinlik şehrimizin belediye başkanlarını da yakından ilgilendirmeli, zira Marmara Depremi adıyla anılan, her an gerçekleşmesi beklenen felaketin eşiğinde dolaşıyoruz Bursa olarak.

Kim kazanıyor?

Çok değil bundan iki gün önce köylünün yollara döküldüğünü, İzmir Yolunu 3.5 saat ulaşıma kapattığını, ürünlerinin tarlada kalmasından, bir yıl önceki fiyattan dahi alıcı bulamamaktan şikayetçi olduğunu, işin sonunda araya Bursa Valisinin girerek sorunu çözmeye çalıştığını hatırlıyorsunuzdur sanırım.

Sonra, hemen ertesi gün, pazara ya da markete gittiğinizde çiftçinin 3 buçuk liradan satmaya razı olduğu domatesin fiyatının 35 lira ile 50 lira arasında değişen etiketlerle satıldığını da yine aynı gözlerle gördüğünüze eminim, çünkü benim için durum tam da böyle oldu.

Çiftçi kazanamıyor, burası net, işin garibi vatandaş da kazanamıyor!

Ülkede şöyle bir hal var, çiftçiden ürün almak isteyenler dünyanın en düşük fiyatlarını teklif ediyorlar. Vatandaşa ürün satmak isteyenler ise dünyanın en yüksek fiyatlarını yazıyorlar etiketlere.

Tam bir kaybet-kaybet durumu!

Arada kazanan kim?

Akşam pazarının artıkları arasından az çürüğü olan sebze meyveyi evine götürmeye çalışan vatandaş değil herhalde.

Ülkenin en önemli gündem maddesi bu bence…

Üreten kazanamıyor, sabit gelirli acından ölmeye bir adım uzakta yaşıyor, emeklinin durumunu dahi konuşmaya gerek yok!

Peki kim kazanıyor?

 

HABERLER