Bu hafta sonu beni derinden yaralayan bir meseleyi paylaşmak istiyorum sizinle.
Biz anne babaların hafta sonu etkinliği genelde evin ve çocukların ihtiyaçlarının karşılanması ile sınırlıdır.
Bu kez ihtiyaç listemizde kitaplar da vardı, yolumuz kitapçıya düştü haliyle. Beş kitap aldık kitabevinden; ikisi kaynak kitaptı, üçü okuma zevklerimize göre kendimize aldığımız kitaplar. Çıkarken kasada 460 lira ödedik şaşkınlık içinde.
Aldığımız üç kitaptan biri, 3 kitap al 2 kitap öde kampanyasına dahil olduğundan bedavaya gelmişti. Kaynak kitaplardan da birine yüzde 20 indirim yapılmıştı.
Gözlerimize inanamadığımız için ‘kasada hesap şaşmış olabilir mi?’ diye düşünerek fişi de kontrol ettik. Hesapta hata yoktu, işin en acı tarafı da bize bedavaya gelen kitap, ünlü yazar Ahmet Ümit’in son romanıydı. İronik bir biçimde kitapevindeki imza gününe katılmak için arabasından inerken karşılaştığımız yazardan özür dilemek istedim de zor tuttum kendimi.
Çünkü yazarın verdiği bir röportajda söylediği şu sözler geldi aklıma:
“Ben yayınevimle özellikle konuştum. Kitabın mümkün olan en uygun bedelle satılacak biçimde basılmasını istedim. Ancak böylelikle daha fazla okuyucuya ulaşabilirdim. Düşünün bu haldeyken bile bana, ‘kitabınızı çeşitli kitapçılara giderek okuyorum alacak param yok’ diyen okurum var!” diyordu Ahmet Ümit.
Kafanızda canlandırın, bir ülkede sanatçısınız, eseriniz daha çok insana dokunsun diye en ucuz fiyattan satılması adına yayınevinize ricada bulunuyorsunuz…
Bizi bu noktaya getiren tablo nedir?
Kâğıdın tonu bir yılda 5 bin liradan 25 bin liraya çıktı. Boya, kalıp gibi maliyetler nedeniyle basılan kitaplar da yüzde 50-100 arasında zamlandı. Bu son bir yılda yaşanan durum. Aslında kitap piyasasındaki durgunluk 2018 yılından bu yana sürekli dillendirilen mevzu.
Artan fiyatlar nedeniyle kitap basımı neredeyse durma noktasına geldi. Hammadde fiyatlarının haftalık zamlandığını söyleyen Türkiye Yayıncılar Birliği;
“Elimiz titreyerek fiyat belirliyoruz. Eskiden bir ay sonraki fiyatı bilemiyorduk, şimdi bir hafta sonra fiyat değişiyor. Bir gün sonraki fiyatın değişeceği günler de yakın” şeklinde açıklamalar yapıyor. Market raflarındaki etiketler gibi sürekli değişen bir maliyetler dizini…
Matbaalar dolar endeksli fiyat verir hale geldi.
Doğal olarak kriz hem eğitim için kullanılan kitapları hem de diğer yayınları vurdu. Gerçi eğitim için kullanılan kaynak kitaplar için zam yapılırken ‘mecburen alınacak’ mantığı ile hareket edildiğinden yayıncı elini korkak alıştırmıyor. Haliyle çocukları okusun diye canını dişine takan vatandaş da bu kitaplara tonlarla para harcıyor. Ama işin bir diğer gerçekliği de var ki, yadsınamaz; kâğıtta dışa bağımlı olan Türkiye’de yayıncılık sektöründe büyük bir kriz yaşanıyor. 2022’nin ilk iki ayında bandrol verilen kitap sayısı önceki yıla göre yüzde 14.53 düştü.
Bu bir günde olmadı elbette…
Türkiye, 2005’te özelleştirilen kâğıt fabrikaları nedeniyle önce kâğıtta yüzde 90 dışa bağımlı hale geldi. Dünyada yaşanan arz kriziyle dolar bazlı fiyatlar artarken, döviz kurlarındaki yükselme de iç piyasada fiyatları patlattı.
Sonuçta, iflas etmemeye direndiklerini söyleyen sektör temsilcileri tüm bu artışlara karşılık eski basım kitaplara yüzde 50-60, yeni basım kitaplara ise yüzde 100 zam yaparak ayakta kalmaya çalışıyor.
Kitap piyasasında da tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi, üretici maliyetlere yapılan artışı fiyatlarına yansıtmamaya çalışarak daha büyük kayba uğramamanın yollarını arıyor. Buna rağmen kitap satışları dörtte bire düşmüş durumda!
Nasıl düşmesin!
460 lira verdim 5 kitaba!
Buna can mı dayanır?
Sektör temsilcileri KDV’nin kaldırılmasını ve yerli kâğıt endüstrisinin tekrar canlandırılmasını talep ediyorlar.
Haklılar…
Maliyetin belli olmadığı bir sektörde kimse üretim yapamaz.
Peki, sanatçılar ne yapsın?
Bu sektörden ekmek yiyen, hayallerini, fikirlerini kağıda dökerek yaşamını sürdürenler nasıl yaşamaya devam etsin?
Aldığım 5 kitabın hepsine emek verilmiş, hepsi üzerinde düşünce, fikir üretilmişti elbette. Ama ne yalan söyleyeyim bedavaya gelen, yani en ucuz olan kitabın Ahmet Ümit’in kitabı olması epey kanıma dokundu.
Hele de yazarıyla kitapçının kapısında karşılaşınca…
Bir kitap zevkimiz vardı şu memlekette, o da bitti vesselam…