Ülke gündemi çok yoğun olduğunda genellikle bu yoğun gündem arasında fark ettirilmeden TBMM’den geçen torba yasaların içine atılan ve sonradan hayatımızın tam ortasına bomba gibi düşecek olan maddeler geçirilir.
Adettendir…
Yine gündemin ucu bucağı yok, gizli ajandada neler olduğuna bakmak isteyenler için küçük bir araştırma yaptım ve karşıma çıkan en tehlikeli durum önümüzdeki hafta yasalaşması beklenen ‘İklim Kanunu’ oldu.
Sosyal medyada ‘tehlikegeliyor’ başlığı altında duyurulmaya çalışılan kanuna ilişkin endişeler Çevre Komisyonundaki görüşmeler esnasında sıklıkla dile getirilmişti. Komisyondan geçen kanunun yasalaşmasına geldi şimdi sıra.
Ancak ben işin bu kısmını bir kenara bırakarak konuyla ilgili ciddi araştırmalar yapmış iki akademisyenin görüşlerine değinmek istiyorum.
Ekim 2021’de hem Paris Anlaşması’nı onaylayan hem de 2053 yılı için ‘net sıfır emisyon’ hedefi koyan Türkiye’nin iklim kanunu, yine 2021 yılından bu yana hazırlık aşamasındaydı.
İlk olarak ‘İklim Kanunu’nun iklim değişikliği ile mücadele etmediğinden başlayalım. Zira kanun içeriğinde bolca geçen karbon emisyonlarının ne zamana kadar ve ne biçimde azaltılacağına dair bir çerçeve sunmuyor.
Peki ne yapıyor öyleyse; Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Kurucu Direktörü Doç. Dr. Serkan Köybaşı’na göre, ‘Piyasa yaratılmasına yarayacak bir kanun düzenlemesi’ göreceğiz karşımızda.
Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Ezgi Ediboğlu ise İklim Kanunu Teklifi’ni endişeyle okuduğunu belirterek, ‘Genel olarak taslağın verdiği his, daha çok iklim değişikliğinden gelebilecek ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor’ diyor.
Yeni bir moda, bu modaya uygun yeni ürünlerin piyasaya sunulması ve böylelikle vahşi kapitalizmin vahşiliğini dünyanın geleceğini düşünme gibi bir süsün altına saklama çabası olacak büyük ölçüde karşımızdaki kanun anlaşılan.
Doç. Dr. Serkan Köybaşı’nın değerlendirmesine göre karşımızda bir; ‘İklim Kanunu değil, Emisyon Ticareti Düzenlemesi Kanunu’ duruyor.
Böyle bir kanun hazırlığı yapılırken 2030, 2040, 2050 ve sıfır emisyon hedefi koyulan 2053 için açıkça emisyon azaltım hedeflerinin yazılması ve böylece yürütmenin çerçeve içine alınması beklenirdi, oysa karşımızda sadece şirketler için piyasa oluşturan bir metin duruyor. Devlete yüklenen sorumluluk sıfıra indirgenmiş.
Karbon yoğun sanayilerde çalışan işçilerin işlerini kaybetmeleri durumunda nelerle karşı karşıya kalacaklarına yönelik de bir düzenleme yok elbette.
İklim çalışan bilim insanlarının sevdiği kavramların sıkça kullanıldığı muallak bir düzenlemeden bahsediyoruz kanunun ilk bölümünde.
“Fakat kanunun ikinci kısmına, yani emisyon ticareti sistemine geldiğimizde, orası tam bir kanun gibi. Bu bölüm oldukça ayrıntılı. Hangi kurumun ne görevi olacağı, piyasanın nasıl düzenleneceği, bu piyasadaki kurallara uymayanların ne ceza alacağı gibi her şey çok ayrıntılı düzenlenmiş.
Öyle anlaşılıyor ki iklim krizinden ve Türkiye’de yaşanacak sorunlardan tek anlaşılan şey: Biz bundan nasıl bir piyasa yaratırız? Nasıl para kazanırız? Büyümeye nasıl katkı sağlarız? Bu kanunun yapılmasındaki amaç, iklim değişikliğinin azaltılması veya durdurulması değil. Amaçlanan, yeni bir piyasa yaratılması ve ‘yeşil büyüme’ye hizmet etmesi” diyor Köybaşı.
Bence en can alıcı cümle ise şöyle;
“İklim değişikliği, devletin bir politikası veya sorunu değil. Türkiye’nin yaşayacağı sorunlar; insanların evlerini, tarlalarını, yaşam şartlarını kaybedecek olması, devleti hiç ilgilendirmiyor. Devleti ilgilendiren, ekonominin biraz daha büyümesi ve yeni bir piyasanın yaratılması. O nedenle bu kanun, kesinlikle bir iklim değişikliği kanunu değil. Bu, bir emisyon ticaret sistemi kanunu!”
Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Ezgi Ediboğlu’nun değerlendirmeleri de benzeri ifadeler taşıyor.
‘Amaç, ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor. Taslakta ‘fırsat’ kelimesi dört kez, ‘olumlu etki’ ifadesi ise iki kez geçiyor. Zaten taslakta çoğu alan, jenerik denecek seviyede yazılmışken, emisyon ticaretinin detaylılığı göze batıyor. Genel olarak taslağın verdiği his, daha çok iklim değişikliğinden gelebilecek ekonomik kazancın regüle edilmesi gibi görünüyor’ diyor Ediboğlu.
İklim Kanununa yönelik bir eleştiri de CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’dan geldi.
“Kanun teklifinde toplumun geniş kesimlerine, köylülere, üreticilere dair tek bir kelime söz konusu değildir. Kanunda fosil yakıtların kaldırılmasına dair hiçbir madde bulunmuyor. Ormanların kesilmesini yasaklayan düzenlemeler yer almıyor. Maden tahsislerini durduracak bir karar bulunmuyor. Su kaynaklarının verimli kullanımı için bütçe ayrılmıyor. Buna karşılık teklifte, ‘yeşil büyüme’, ‘sürdürülebilir kalkınma’ ve ‘2053 sıfır emisyon hedefi’ gibi kavramlarla sermayenin ihtiyaçları önceleniyor. Bu süslü lafların arkasında, doğanın ve emeğin piyasa koşullarına teslim edilmesi yatıyor” diyor Sarıbal, bilim insanlarıyla paralel düşünceler içinde olduğunu belirterek.
Şubat ayı içinde çevreye duyarlı yayınlarda, çevreye duyarlı kişiler tarafından sıkça itiraz edilen kanun, pek çok komisyonda olduğu gibi Çevre Komisyonunda da oylama sırasında içeriye girerek oy veren komisyon üyeleri tarafından kabul edildi çoktan.
Önümüzdeki hafta meclise gelecek. Yine benzeri itiraz konuşmaları yapılacak, sonra da oylama sırasında içeriye giren ve itiraz konuşmalarını dahi dinlemeyen vekiller tarafından oylanarak kabul edilip yürürlüğe girecek.
Kanun yürürlüğe girdikten sonra ülkedeki tüm tüketiciler için yepyeni bir pazarın kapıları aralanacak. Bu kez neye hizmet ettiğinden tam emin olmadığımız karbon ayak izini azaltmaya yönelik ürünler almak üzere yönlendirileceğiz.
Sonucunda çevreye faydalı bir iş yapacak mıyız?
O kısım düşünülmemiş daha…