İlk olarak 1987 yılında resmi olarak adı geçen ‘Sürdürülebilirlik’ kavramı, Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun ‘Ortak Geleceğimiz’ adlı raporunda ortaya çıktı.
Dünya kaynaklarının bitip tükenmeyeceğini düşünerek fütursuzca harcamak geçmişin kötü bir alışkanlığı olarak kaldı bu süreçten sonra pek çok Avrupa ülkesinde. Yeryüzündeki zararlı gazların ozon tabakasını delip güneşin zararlı ışınlarının dünyaya ulaşmasına sebep olduğu anlaşıldığı andan itibaren konuyla ilgili gardını alan ve sürdürülebilirlik kavramını hayatının merkezine koyabilenler şimdi bizden kat kat ileride bu konuda.
Biz hala olduğu yerde debelenen, 2024 yılına gelindiği halde hala şehrinin bir bölümünde vahşi çöp depolaması yapan, yer altı su kaynakları ile sanayinin su ihtiyacını karşılayan, fabrikalarının bacalarına filtre taktırmaya uğraşan ve çoğunlukla bu konuda başarılı olamayan, sanayi bölgelerinin arıtma tesislerini doğru biçimde çalıştırmasına duacı bir Bursa olarak duruyoruz karşınızda.
Şaşırtıcı belki, ama durum anlattığım kadar değil, anlattığımdan daha da vahim…
Dolayısıyla sürdürülebilir değil, hatta kaynak tüketici, sömürücü bir halden bahsediyorum…
Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Marmara ve İç Anadolu Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu işbirliğiyle düzenlenen ‘Yeşil Sanayi Yeşil OSB Zirvesi’nden bahsetmeden önce içinde bulunduğumuz durumu bir özetleyeyim de kürsülerden edilen güzel laflar eşliğinde aklınızda bambaşka bir Bursa canlanmasın istedim.
MARSİFED Başkanı Osman Akın’ın; ‘Yeşil dönüşüm yalnızca bir tercih değil, bir zorunluluk haline gelmiştir. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri bu dönüşümde liderlik yapmaktadır. Sürdürülebilirlik, bizler için bir sorumluluktan öte zorunluluk haline gelmiştir. Yeşil sanayi yalnızca çevreye duyarlı bir üretim modeli değil, aynı zamanda ekonomik kazanç ve toplumsal fayda arasında güçlü bir dengeyi temsil eder” diyerek sanayicileri iknaya çalıştı.
Bir de tabi, üretim sürecini yeşillendirmek için devlet teşvikinin şart olduğuna dikkat çekerek; “Vergi muafiyetleri, düşük faizli krediler, AR-GE destekleri ve yenilenebilir enerji projelerine yönelik teşvikler, bu sürecin hızlanmasında kritik bir rol oynamaktadır” dedi.
Son olarak da ‘torunlarımıza, çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakmak…’ konseptli dokunuşla konuşmasını sonlandırdı.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Emin Direkçi’nin konuşmasındaki en önemli konu, sıklıkla üzerinde durduğum ve hoyratça kullanımına hep karşı durduğum ‘su kaynaklarının korunması’ başlığını taşıyordu.
Direkçi, Bursa’da suyun etkin kullanılmasının önümüzdeki 5-10 yıl içinde hayati bir mesele haline geleceğini belirtirken; “Suyu çok hızlı ve hoyratça kullanıyoruz. Oysa suyun kıymeti, tahmin edemeyeceğimiz kadar artacak!” diyerek uyarıda bulunmak istedi. Çünkü ilginçtir, artık yöneticilerin yaptırımcı değil, ricacı olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Yönetmekten sorumlu kişiler, yönetmeleri gereken kişilere ricacı oluyorlar, iknaya çalışıyorlar ki, istediklerini yaptırabilsinler, aksi takdirde denetim, yaptırım, hukuk hak getire…
Sırada BTSO Başkanı İbrahim Burkay vardı.
“Bursa’nın ihracatında Avrupa Birliği ülkeleri yüzde 42’lik bir paya sahip ve bu durum yeşil dönüşümün gerekliliğini bizim için artırıyor. Avrupa Birliği’nin yeşil dönüşüm ve karbon ayak izi konusundaki regülasyonları Bursa’daki sanayicileri doğrudan etkiliyor. Türkiye’de hiçbir regülasyon, arıttığınız suyun ne kadarını geri kazandığınızı sormazken, şu an çalıştığımız tüm şirketler bunu bize soruyor. Geri kazanmadığınızda puanınız düşüyor ve fiyatlamada alt liglere iniyorsunuz” sözleri burada çok kritik iki meseleye dikkat çekiyor bence.
İlk olarak yeşil dönüşümmüş, sürdürülebilirlikmiş falan devletin politikası içinde pek de öyle önemsenen işler değil, arkası da kovalanmıyor, kimin neyi nasıl ürettiği, üretim yaparken kaynakları nasıl tükettiği kimsenin umursadığı işler değil. İkinci önemli nokta ise bu durumu üreticinin de önemsemiyor oluşu. Herkesin yaklaşımı benden sonrası tufan…
Allah tarafından Avrupa Birliği ülkeleri işin arkasını kovalıyor da Türkiye’de üretim yapan firmalar yeşil ve sürdürülebilir olmanın üzerinde biraz hassasiyet gösteriyorlar.
Para sopasıyla döveni para sopasıyla dövüp dünya için iyi bir şey yapmaya çalışan Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yeşil girişimci ve sürdürülebilir üretimden yana olan şirketlerine selam olsun. Bizimkilerin de kulağına küpe olsun…
NOT: Hatırlarsınız Nöbetçi Gazete Köşe Yazarı Lale Akasoy ilk kez gündeme taşımıştı radyoloji raporlarının kopyala yapıştır yöntemi ile radyolojik görüntülemeler incelenmeden hazırlandığını. Erkeklere hamilelik teşhisi koyulduğunu, kadınlarda prostat kanseri tespit edildiğini…
Konuyla ilgili bir basın açıklaması yapan Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş; ‘Hizmet Alımı’ adıyla kamu hastanesinde radyoloji görüntüleme hizmetlerinin büyük ölçüde taşeronlaştırıldığını belirterek Bursa’daki MR- BT gibi görüntüleme ve raporlama hizmetlerinin tek bir taşeron firma tarafından karşılandığını dile getirdi. Binbaş;
“Taşeron firma ile yapılan sözleşmeler kamuoyuyla paylaşılmamakta ‘ticari sır’ mantığı ile gizlenmektedir. Film kalitesinde, sekanslarında ve raporlamasında ciddi hatalar, eksikler, kopyala yapıştır yöntemleri göz çarpmaktadır. Taşeron firma çok sayıda (günlük 2 bin 500 civarı) tetkik istenmesinden ve hızlı raporlandırma taleplerini gerekçe göstererek raporlama işini alt taşeronlara havale etmiştir. Öyle ki raporlarda adı geçen bir hekim Ağrı ilinde özel bir sağlık kuruluşunda çalışıyor görünürken Antalya’da ikamet etmekte, ama Bursa’daki MR-BT raporlarını yazmaktadır” diyerek anlatmaya çalıştı yaşananların saçmalığını.
Yapılması gerekense çok basit aslında; BT ve MR raporlamaları kamuda istihdam edilen radyoloji uzmanları tarafından raporlanmalı! Hepsi bu kadar…