Uzun, çok uzun zamandır bir bayram böylesine keyif, böylesine tat vermemişti. Dünya için küçük, benim için büyük, sükut içinde zamanlardı.
Hani öyle böyle değil, minicik bahçenizi arada bir suladığı için teşekkür hediyesi götürdüğünüz komşunuzun, deniz dönüşü kapınızın önüne küçük bir servetten oluşan hediye paketini birkaç poşet içine doldurup öylesine bırakıverdiği, aslında sizi bir kez daha borçlu ve mahcup çıkardığı cinsten samimi ve beklentisiz…
İnsan böyle zamanlarda ne için çabaladığını ve hayatın ne için çabalanmaya değer olduğunu bir kez daha sorguluyor. Aynı köyde, ince bir sokağın hemen karşısında, iki dönüm arazi içinde; ağaçları, bağları, kuzuları ve küçük bir kerpiç eviyle gayet de nefes alınıp veriliyor, gönlü bol olunuyor, öylesine bir zenginlik, bölüşerek çoğalıyor…
Sonra bu pembe bulutlar ülkesinden gerçekliğe döneceğini de hatırlıyor insan. Ardından bir kez daha açılıyor haber bültenleri, gazeteler, internete gömülüyor başlar, bir de ne görüyorsunuz?
Uluslararası haber ajansı Bloomberg’den şahane bir Türkiye ekonomisi analizi gelmiş baş köşeye oturmuş ülke gündeminde. Sanki biz bu analizin daniskasının içinde yaşamıyormuşuz gibi baya baya tartışılıyor, üzerinde konuşuluyor…
Misal şöyle denmiş;
“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun büyümeyi tercih ederek alışılagelmiş ekonomik politikaları terk etmesi nedeniyle son yıllarda dünyanın en yüksek enflasyonlarından birine sahip oldu!”
Aynen öyle oldu, hatta bunun saçma da bir adı vardı, neydi o…
‘Faiz sebep enflasyon sonuç, onlar bilmez, ben ekonomistim, bu kardeşiniz bu koltukta olduğu sürece faizler yükselmeyecek, Nas var Nas, sana bana ne oluyor…’
Baya uzun bir isim oldu, aslında bir tanımlama, ama öyle büyük hadiseler yaşadık ki, üstüne bir de devalüasyon falan gibi ekonomik tanımlamaları da nedense kullanmamız yasak olduğundan, en azından bu konuda insan üzerinde bir mahalle baskısı hissettiğinden, bari yaşadıklarımızın kendimizce bir tanımlaması olsun istedim.
Sonra ne oldu?
Nas dediğin sizlere ömür, ekonomist başka bir ekonomist çağırdı durumu toparlasın diye, faizler aldı başını gidiyor, kimse üretimden ya da başka bir işten para kazanmanın derdinde değil, herkes parasını faizde değerlendiriyor, tabii parası varsa bu yaşananlardan sonra. Kalanlar da marketlerde pazarlarda kapı kapı gezip üç kuruş daha ucuzunu nerede bulurum diye koşturup duruyor ortalıkta.
Analize konuk olan, emekli olduğu halde çalışarak ancak geçinebilen bir vatandaşın söylediklerine de kulak vermek lazım;
“Acı ilacı yutmak zorunda kalan bizleriz. Ekonominin sözde düzeldiğine dair yalanlara inanmıyorum. Bunu hiçbir şekilde hissetmiyorum. Belki yabancı yatırımcılar hissediyordur” demiş değerli emekçimiz.
Ne kadar da doğru.
Oysa daha düne kadar güya tasarruf tedbirleri açıklamıştı hükümet, sonra ne oldu, bakanlıklardan göçlerin katar katar kalkışları devam ediyor. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ sözünün mucidi Cumhurbaşkanının makamında elbette böyle bir beklenti içinde bulunmak dahi mümkün değil. Güya birkaç makam aracı satıldı, sonrası gelmedi, muhtemelen yerine daha üst modellerini koydular ortalık biraz yatışınca.
Fakat bizim kemerin son deliğini de geçtik, sıkıldıkça sıkıldı…
Yoksulluğun dibini sıyıranlar elbette emekliler ve asgari ücretliler, diğer kesimler nispeten daha iyi durumda, en azından nefes alıp verecek halleri kalıyor geçim mücadelesinin sonunda.
Aylardan temmuz yaklaştı, emeklinin gözü kulağı yapılacak zamlarda, özellikle de en düşük emekli maaşının yükseltilmesi ile ilgili umutlanmalar hat safhada.
Ben diyeyim; bu kemer sıkılmaya başlandıysa, öyle belimiz Çerkez kızlarının belleri gibi incecik olana kadar delik açmaya devam ederiz kemerimizin üzerinde. Kimse en düşük emekli maaşının artmasına yönelik beklenti içine girmesin. Şu TÜİK’in açıkladığı yalan enflasyon oranındaki maaş artışımızı alabilirsek ne ala…
Asgari ücret meselesi işleri daha da karmaşıklaştırıyor. Üretimden gelen gücünü kullanmak için örgütlü olması gereken, ancak örgütlülükten bihaber olan işçi kardeşimin maaşını ödeyecek olan kesim devlet olmadığı, bizzat iş dünyası olduğu, iş dünyasının da üretim konusunda yaptığı planların büyük bölümü döviz üzerinden olduğu için; dövizin bu denli baskılandığı bir ortamda asgari ücretin daha da artması maliyetlerin büyük ölçüde artması anlamına geldiğinden, bu işten de umudu kesmek lazım gelir.
Bir taraftan da asgari ücrete zam yapmamak, yatırımcılara ‘enflasyonu frenlemek konusunda kararlıyım’ mesajı iletiyor. Maşallah tasarruf tedbirlerinde sözlerinde duramayan bakanlarımız sıra işçiye geldiğinde pek bir sözlerinin eri.
Kısacası, ben pembe rüyalardan gerçekliğin kucağına sert bir düşüş yaşadım, ama düştüğüm yeri zaten biliyordum, hani düşmeseydim de inecektim Hoca Nasrettin’in dediği gibi.