Gazeteciliğin doğası gereği muhalefet anlayışımı sürdürdüğüm gibi, bazı konular üzerinde çok daha hassasım. Özellikle konu doğaysa ve çocuklarımıza sağlıklı bir gelecek bırakmaksa bu konudaki her türlü mücadelenin parçası olmaktan memnuniyet duyarım.
Uludağ Alan Başkanlığı konusu da benim için yukarıda belirttiğim kategoriye giriyor.
Örneklerini biliyor ve acıyla izliyoruz…
Çok yazı yazdık, toplantılara katıldık, içinde bulunduğumuz cemiyetlerde görüşlerimizi dile getirdik ve dedik ki; ‘Uludağ şimdiye kadar yapılaşmadan bu kadar korunabildiyse Milli Park statüsünde olduğu içindir. Bundan sonrasında Alan Başkanlığı oluşturulması halinde bakir alanların yapılaşmaya açılmasının önüne kimse geçemez!’
Buna karşılık geliştirilen argüman Uludağ’ın çok pahalı ve konfordan uzak olması oldu.
Olsun…
Bursalıların büyük bölümünün Uludağ’da bir gece geçirmeye bütçeleri yetmez, doğru. Ama biz biliriz ki, Uludağ demek oteller bölgesinde dışarıdaki karı izlerken şömine başında yenilen yemek, karlar üzerinde yakılan ateşin etrafında kayak kıyafetleri ile endam göstermek demek değildir.
Yani sadece bundan ibaret değildir…
Uludağ bizim için temiz hava, nitelikli su, bakir doğa, kısaca yaşam kaynağı demektir…
Varsın biz yamaçlarında yamalı örtümüzü serip piknik yapmaya devam edelim… Yeter ki, elimizdeki bu kıymetli değeri kaybetmeyelim. Havayı kokladığımızda ‘Dağa kar yağmış’ demenin keyfini, başımızdaki kavak yelleri gibi esip gürleyen lodosunun üzerimizdeki kara bulutları dağıtışını bir lütuf kabul edelim dedik…
Olmadı…
Bursa’nın Ankara’dan yönetilmeye devam edilmesine karar verildi son kertede. Uludağ’ın Bursa için ne kadar önemli olduğunun Ankara’dan anlaşılması elbette mümkün değil.
Çünkü onlar Heykel’e çıkmayı da bilemez, babadan dönmeyi de bilemez, tahinli pideyi de bilemez, cantığı da bilemez, Uludağ’ın ne demek olduğunu da bilemez…
Romantizmin dibine vuran methiyeler düzdüğüm Uludağ’da bir gece geçiremeyenlerden olduğumu da belirtmek isterim. Sonra yanlış anlaşılmasın.
Konuyu yakından takip ettiğim için Alan Başkanlığı ile mücadelenin yakın geçmişte değil çok daha önceki süreçlerde başladığını söylemek isterim. Bir süre unutturma, sonradan yeni atakla istediğini alma taktiği Uludağ için de geçerli oldu sanırım.
Yaklaşık 4 yıldır Uludağ’da Alan Başkanlığı oluşturmanın altyapısı hazırlanıyordu.
Eee… Garibanın hesabı ayın sonunu getirmeye yönelik, zenginin hesabı önümüzdeki 10-20-30 yıla yönelik. 4 yıl nedir ki, göz açıp kapatıncaya kadar gelip geçti işte…
Neden böyle diyorum ve neden bu işin bu kadar karşısında duruyorum bir kez daha açıklamakta fayda var.
Bundan tam iki hafta önce yazdığım yazıda aynen şöyle demişim;
‘Alan Başkanlığı ile ilgili önemli iki çekince var bana göre;
Bunlardan biri planlama yetkisinin tamamen Alan Başkanlığına devredilmesi, diğeri de Alan Başkanlığı kurullarının hiçbir yerinde akademik oda temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, doğa savunucularının temsil edilmiyor oluşu. Kısacası Uludağ’da çıkarı olmayanların söz hakkının bu Başkanlıkta yerinin olmaması.’
İki gün süren meclis görüşmelerinin ardından çıkan karardan sonra konuyla ilgili mücadele edenlerin sesleri sosyal medyadan yükseldi.
DOĞADER Yönetim Kurulu Başkanı Murat Demir;
“Yasanın çıkmasını isteyen birkaç turizm sermayedarı ve yerel yöneticisini memnun etmek için sesimizi duymazdan geldiler!” derken,
TMOBB İKK Sekreteri ve Bursa Mimarlar Odası Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek;
“Bursa’dan ve hatta Türkiye’den gelen onca çekince ve tepki yok sayıldı. Gözümüz aydın, Bursa susuzluktan kurtulur, yağmayan o karlar yağar artık!” diyerek paylaştı üzüntüsünü.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bizim sevdamız satın alabilme üzerine değil, güzelliğini seyredebilme üzerinedir. Biz montumuzun içine iki kazak giyip eteklerinde dolanırken de severiz Uludağ’ı. Üstelik satın alabilenlerin sevdiğinden daha fazla…
Çünkü satın alabilenler süreleri dolduğunda çekip giderler, Bursalılar olarak biz kalırız Uludağ ile baş başa…
O nedenle bu sevda burada bitmez. Bunun kanunu var, kitabı var, mücadelesi var, Cumhurbaşkanına konunun iletilmesi var…
Var oğlu var…
Daha yeni başlıyoruz…
Nitekim, Şirin Rodoplu Şimşek; “Bundan sonra hukuki yola başvurmak kalıyor bize. Diyalogla çözemedik, hukuki bir süreç başlatılacak. Yasanın tüm uygulamalarıyla ilgili parça parça davalar açacağız” sözleri ile beni doğruladı bu konuda.
Bundan sonra süreç hukuki boyutta ilerleyecek gibi görünüyor…