Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Biz seçim derken…

Bir seçim hengamesidir gidiyor etrafımızda, tüm gözler belediye başkan adaylarının çalışmalarına, parti içi itiş kakışa, partiler arası sözlü düellolara yönelmişken, saman altından yürüyen suların daha hızlı aktığı da dikkatten kaçırmamamız gereken önemli bir konu.

Yaşadığımız ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu unutmadan nasıl bir rejimle yönetildiğini yavaştan sorgulamakta fayda var.

Son birkaç haftada ülkemizdeki temel hak ve özgürlüklerin durumunu, uluslararası standartlara göre inceleyen kuruluşların raporlarına kısa bir göz atalım.

Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin bir İnsan Hakları Komiseri Bosnalı Dunja Mijatovic 47 üye devletteki insan hakları durumunu incelemek, raporlar yazmak, gördüğü eksiklikleri gidermek için yapılması gerekenler hakkında tavsiyelerde bulunan görevli.

Bu görevi yerine getirebilmek için ülkemizi en son 2019 yılında ziyaret etti kendisi.

Bu ziyaretin arkasından elbette bir rapor hazırladı ve Türkiye’de gözlemlediği insan hakları sorunlarını ve tavsiyelerini dile getirdi.

Rapor 2020 yılında yayımlandı.

Rapor şöyle diyor;

“İktidarın aldığı önlemler yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı üzerinde olumsuz etkiler doğurmakta, hukuk devletinin ortadan kaldırmakta, özellikle siyasal davalarda ceza yargılamasının en temel ilkeleri dahi uygulanmamakta, AİHM kararına karşın Osman Kavala hala serbest bırakılmamaktadır!”

Pek hoşa gitmeyen bu raporun ardından Mijatovic bir daha Türkiye’ye gelemedi. Gelemedi diyorum, çünkü ziyaret talepleri kabul edilmedi.

Bu durum karşısında komiser yeni bir Türkiye raporu yazamadı. Onun yerine 5 Mart 2024 tarihli Türkiye’de ifade özgürlüğü hakkında bir muhtıra yayımladı.

Türkiye’de muhalif görüşte olanlara karşı düşmanca bir atmosferin mevcut olduğu, temel hak ve özgürlüklere ciddi sınırlamalar getirildiği belirtilen muhtırada, basın üstündeki baskılara da değiniliyor.

İşin içinde eğitim ile ilgili yaşadığımız son gelişmeler yok. Anlaşılan o ki, eğitimde nasıl da ilerleme yerine gerilemeyi tercih ettiğimize dikkat çekilecek kadar incelenme şansı olmamış meşhur sistemimizin.

Bitti mi?

Elbette bitmedi…

Akademik Özgürlükler 2024 yılı endeksine bir göz atalım…

Endeks, devletleri beş göstergeye göre 10 gruba ayırmış. Bu göstergeler araştırma ve öğretim özgürlüğü, akademik alışveriş ve bilgiyi yayma özgürlüğü, akademik ifade özgürlüğü, kurumsal bağımsızlık gibi kriterleri kapsıyor. Türkiye, 10 gruptan akademik özgürlüklerin en kötü olduğu devletlerden oluşan 10. gruba giriyor. Bu grupta Türkiye ile birlikte Kuzey Kore, Belarus, Myanmar, İran, Suudi Arabistan, Çin, Suriye, Tacikistan gibi devletler var.

Aynı grupta bulunduğumuz ülkeleri bir gözünüzün önüne getirmenizi rica edeceğim. Bu arada unutmadan hatırlatalım, Suriye’nin yarısı zaten artık bizim ülkemizde yaşıyor…

The Economist dergisinin demokrasi endeksinden geçtiğimiz günlerde bahsetmiş ve yönetim biçimimizi tanımlayamadıklarından bizi hibrit rejimler kategorisine soktuklarını söylemiştim.

Batı Avrupa’daki tek hibrit rejim Türkiye.

Bu bilgilerin ışığında büyük fotoğrafa bir bakalım ve biz belediyelerin mega projelerini tartışırken aslında dünya üzerinde geldiğimiz noktayı şöyle bir gözden geçirelim…

Türkiye adı demokrasi olmayan, otoriter, insan haklarına ve hukuk devleti ilkelerine uymayan bir anlayışla yönetiliyor.

Öncelikle şunu görmek gerekir ki; bugün gelinen nokta AK Parti iktidarının bilinçli olarak gelmek istediği noktadır. Hibrit rejimimizin temel niteliği tüm iktidarın tek bir elde toplanması ve bunu kontrol eden mekanizmalarının bulunmaması şeklinde özetlenebilir.

Denge fren mekanizmalarının olmadığı bu yönetim biçimini devletin tüm kurumlarına yerleştirmek ve işletmek biçiminde ilerleyen süreç ülkemizi de girerek dünya ülkelerinden soyutlayan, sadece çıkarlar doğrultusunda kullanılan, bunun dışında demokrasi ve hukuk kavramları açısından güvenilmez olduğundan iş yapılamayacak kadar tehlikeli olan ülkeler sınıfına sokmaktadır.

Yani demem o ki, demokrasi ve hukuk yoksa yatırım ve üretim de yok, bu da işgücünün ucuzlamasına, alım gücünün düşmesine, üretimle yükselemeyen ülkenin paradan para kazananı bol ülkeler haline gelmesine neden olmaktadır.

En tepedeki ile en diptekinin arasındaki uçurumun giderek daha da büyümesine ise ancak halktan gelecek gerçek tepkiler ve talepler engel olabilir.

Tabii halkımız tepkisini ‘telefonunu göster telefonunu’ dedikleri gençlere yöneltmek yerine onları bu duruma düşüren gerçek kesimin yöneticiler olduğunu fark edip tepkisini onlara ne zaman yöneltir orasını bilemiyorum.

Belki de bu nedenle, hani sandıkta bir tepki olur da hükümet şöyle bir sarsılır diye beklediğimizden bunca heyecanla takip ediyoruz heyecanı sönük seçim sürecini…

HABERLER