Siyasilerin olmadığını ısrarla iddia ettikleri yoksulluğun varlığını araştırmak için hem kendi gözlemlerimden hem de bazı kaynaklardan yararlanıyorum.
Çünkü biliyorum ki, insanın kendisinin içinde bulunmadığı durumu yokmuş gibi kabul etmesi kadar kolay bir şey yok ve yine biliyorum ki, insan içinde bulunduğu durumun ne kadar trajik olduğunu dışarıdan bakma yeteneğine sahip değilse fark edemiyor.
Tam da bu noktadayız toplum olarak. Ne kendimizin farkındayız ne de bizim dışımızdaki hayatlarda yaşananların…
Bu konuda benim en önemli referansım Derin Yoksulluk Ağı platformu. Platformun yoksulluktan en çok etkilenen çocukların neler yaşadığına yönelik rakamlara da döktükleri bazı istatistikleri var. Sizi sayılara boğmadan aktarmak istiyorum.
Diyorlar ki;
“Türkiye’de yoksul hanede büyüyen neredeyse her 2 çocuktan 1’i yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Toplam çocuk nüfusu içinde yoksulluk riski koşullarındakilerin oranı ise yüzde 43.4!
Yoksulluk, çocuğun yüksek yararını ihlal eder, iyi olma haline zarar verir. Yoksulluk koşullarında yaşayan çocuklar; dışlanma, güvenlik tehlikesi, elverişsiz konut koşulları, fiziksel ve zihinsel gelişim güçlükleri, sağlık hizmetlerine hijyene, eğitime, kültürel ve sportif faaliyetlere erişememe, sağlık güvencesizliği, yetersiz beslenme ve öğün atlama, riskiyle karşı karşıyadır!”
Buna ek olarak eğitim hayatından uzaklaşmalarını, çocuk yaşta çalışmaya başlamalarını da sayabiliriz.
Sosyal devletin olduğu ülkelerde bir bireyin dahi maruz kalmaması gereken son derece önemli eksikliklerden bahsediliyor raporda anlayacağınız.
Ben bu maddelere bir madde daha eklemek istiyorum. Çocukların yoksulluk nedeniyle yaşadıkları mağduriyet şıkları arasında pek yer almayan, ancak son yaşanan olaylarla birlikte bir ülke gerçeği olduğunu kabul etmek zorunda kaldığımız, tarikat ve cemaat yurtlarına gönderilmek de bir mağduriyettir çocuk açısından.
Hatırlarsınız, 2017 yılında Aladağ’da bir cemaat yurdunda çıkan yangında ölen kız çocuklarının ailelerinin açıklamalarını. İçimi en çok yakanı;
“En azından ısınır, karnı doyar, eğitim alır, dinine bağlı bir evlat olur…”
Aileler yoksulluktan kaçırıyordu çocuklarını taaa o zamanlardan…
Çocuklarımız ciddi yoksulluklarla, ciddi yoksunluklarla karşı karşıya kalarak büyüyor farkında olalım ya da olmayalım. Sonra da soruyorlar Google’a;
“Ben neden sevilmiyorum? Ben neden bu kadar çirkinim? Ben neden doğdum? Ben neden dışlanıyorum? Ben neden eziğim? Ben neden ağlıyorum? Ben neden böyleyim? Ben neden yalnızım? Ben neden yaşıyorum?” diye.
Dünyanın en hüzünlü çocukları soruyor sanki bu soruları…
Şimdi de her şeyin içine siyaset sokmaya bayılan, sistem olması gereken ‘eğitim, sağlık, hukuk…’ gibi alanların dahi partizanlıkla işler hale getirilmesinin baş aktörü olan siyasiler, yakın dönemdeki gelişmelerin siyasi gelişmeler olmadığını, ailevi sorunlar olduğunu iddia ediyorlar.
Durum bir kişi için ele alındığında belki kulağa mantıklı da geliyor olabilir söyledikleri, ancak hemen 2016 yılındaki gelişmeleri anımsamakta fayda var meselenin nasıl siyasi olduğuna ışık tutmak için:
2016 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ‘Çocuk Evleri’nde kalan çocukların kişisel gelişimlerine ve eğitimlerine katkı sağlayacak faaliyetler yürütme yetkisini Nur Cemaati’nin Yazıcılar kolundan olan Hayrat Vakfı’na verdi. 5 yıllık bir protokol yapıldı. Gerekirse 5 yıl daha uzatma hükmü koyuldu.
Protokolde, işbirliğinin kapsamına yönelik, “Korunma ve bakım altındaki çocuklar için çocuk evleri açılması ve hizmetlerin yürütülmesi ile diğer çocuk bakım kuruluşlarında değerler eğitimi programına destek olması ve korunmaya muhtaç çocuk alanında programlar yapılması” ifadeleri kullanıldı.
Programın dayanağı ise 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu oldu.
Derneğin yükümlülükleri ise şöyle sıralanıyor;
- Çocuk evlerinin kirasını ve her türlü ihtiyacını karşılamak,
- Korunmaya muhtaç ve refakatsiz çocuklara yönelik eğitim, kültür amaçlı proje ve programlar düzenlemek,
- Çocuk evlerinde kalan çocuklara yönelik geziler düzenlemek,
- Çocuklara yönelik değerler eğitimi faaliyetleri düzenlemek.
Çocuklarını evinde yetiştiremeyecek durumda olan aileler devletin varlığını sürdürmesine müsaade ettiği tarikat ve cemaat evlerine çocuklarını gönderip onlar için bir tür koruma alanı sağlamaya çalışırken, devlet koruması altındaki çocuklar da devlet eliyle yine aynı cemaatlere yönlendiriliyor.
Çocuk farkında olmadan her biçimde mağdur!
Tüm bunlar demek oluyor ki, sosyal devlet çocuklar konusunda işini doğru yapmıyor, üstelik çocukların tarikat ve cemaatlere yönelmelerinin de önüne geçmiyor, hatta yönlendirici oluyor.
Öyleyse bu konu siyasidir! Hem de fena halde siyasidir!