15 Temmuz gecesi saat gece yarısını vurup da 16 Temmuz tarihine geçildiğinde, verilen selalar eşliğinde peş peşe geldi vergilere yapılan zamların haberleri…
Günlerden 17 Temmuz, hala içimizden atamadık vergiye yapılan zammın o büyük şokunu…
Uzunca bir süre de atamayacağız gibi görünüyor…
Çünkü daha zamların başındayız, hele bir hayırlısı ile akaryakıta gelen bu zamlar diğer ürünlerin fiyatlarına şöyle esaslı bir biçimde yansısın…
O zaman çıkacak işin kokusu asıl…
Misal TÜİK’in açıklayacağı enflasyon oranını çok merak ediyorum…
Bazı ekonomistler Temmuz ayı enflasyonunda yüzyılın rekorunu bekliyorlar…
İnsanın tüyleri ürperiyor…
Konuyla ilgili ENAG’ın yaptığı açıklama da hayli önemli. Erişemeyenler için hemen özetleyeyim;
“Durgunluğun olduğu yüksek enflasyonla yaşamayı yıllarca tecrübe edecek bir dönemdeyiz. Önümüzdeki süreçte maaşlarda daha düşük artışlar olacak, ancak buna karşılık fiyat artışları devam edecek ve fakirlik başlayacak” diyor ENAG Kurucusu Prof. Dr. Veysel Ulusoy.
Hemen hatırlatalım, TÜİK tarafından mahkemeye verilen ENAG’ın açıkladığı oranlar şirketler tarafından yapılan yeni dönem hesaplarında kıstas olarak kabul edilmeye başlandı.
Bu açıklama esaslı ve çok önemli anlayacağınız…
‘Daha fakirleşmedik, siz asıl fakirliği önümüzdeki dönemde görün’ diyor ENAG…
Tüm bunlar bir yana, ben en çok zam haberlerini toplum olarak karşılama biçimimize hayret ediyorum…
Mevcut durumu açıklamak için bir benzetmeden yola çıkalım istedim…
İki ayaklı ya da dört ayaklı, kendisi doğurmuş ya da sorumluluğunu alarak bu duyguyu yaşamış tüm anneler bilirler ki, çocukları hastalandığında bir doktorun kapısı çalınır…
Sonra da tedavinin gerektirdiği reçete uygulanır…
Günün sonunda o acı şuruplar içirilirken ya da sabah akşam mecburi iğneler olurken, genellikle; ‘Bak ben o doktora nasıl kızacağım, benim kuzuma acı ilaç mı vermiş, bak ben onun kulaklarını nasıl çekeceğim…’ söylemleri dolaşır ağızlarda…
Elbette çok yanlış olan ve başına gelenin sorumluluğunu kişinin almamasını çocukluktan bilinçaltına yerleştiren bir tutumdur takınılan…
Ama olsun, ‘o bizim tatlı çocuğumuz’dur ve ‘başına gelenin sorumluluğunu bir ömür boyu almasa da hiçbir şey olmaz’dır… Zaten bu biçimde yetiştirilen toplumumuzun pek çok bireyi başına gelen hiçbir durumun sorumluluğunu üzerine almamaktadır…
Tıpkı içinde bulunduğumuz ekonomik durumda olduğu gibi…
Konuyu tam da buradan ekonomiye uyarlarsak; mali olarak hasta olan toplumun acı ilacı içerek biraz toparlanması, kendine gelmesi ve hayata yeniden devam etmesi gereklidir…
Yine bir doktorun kapısı çalınır, malum reçete alınır ve bu kez bir kişinin değil, bir toplumun bu reçeteyi uygulaması gerekir…
Meşhur acı reçete…
Sonra da reçetenin ilk tertip ilacı içilirken şöyle yorumlar gelir;
“EYT’liler çok erken emekli oldular, bütçeye büyük bir yük bindirdiler, o yüzden bu zamlar yapıldı…”
“Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek İngiltere’nin bize dayattığı ekonomik politikaları uyguluyor. Tek suçlu Mehmet Şimşek’tir…”
Peki, insana demezler mi;
‘İyi de ekonomiyi bunca acı ilacı içmeye toplumu mecbur bırakacak kadar hasta edenlerin hiç mi suçu yok?’
Demezler…
Nedense demiyorlar…
Bakın sevgili kardeşim:
EYT’liler yıllardır adeta gasp edilen haklarını aldılar. Kanunun geriye doğru işletilmesi dünyanın hiçbir yerinde görülmüş değildir çünkü.
Mehmet Şimşek’i ise ekonominin başına geçirmek için ne diller döküldü perde arkasında. Ne vaatler yansıdı kulislere. Bu kadar yalvar yakar ülkeye geri getirdiğiniz ve ‘ne yaparsan sesimi çıkarmayacağım’ biçiminde bir açıklama ile yaptıklarını desteklediğiniz Şimşek, asıl görev olarak günah keçiliğini mi üstlenmişti yoksa…
Tüm bunlar bir yana bir ülkenin ekonomik olarak hastalanması için ülkece hesapsız kitapsız harcamalar yapması, yani ülkece hak etmedikleri ölçüde bir zenginlik içinde yaşamaları gerekir…
Oysa bizim ülkemizde durum hiç öyle değil. Zenginin giderek daha zengin fakirin giderek daha fakir olduğunu, orta sınıfın ortadan kalktığını defalarca yazdık. Yazmaya da devam edeceğiz.
Ama iş o değil…
Bizim ülkemizde fütursuzca para harcayanlar sadece zenginler oldu, şimdi ödenen de bu ölçüsüz zenginleşmenin ağır faturası…
Faturayı kim ödüyor?
7 bin 500 lira alan emekli, 11 bin 500 lira alacak olan işçi, 22 bin lira alacak olan memur…
Bundan daha fakir nasıl olunur, aklım almıyor…
Tüm bunları görmenin ve söylemenin ve yanlışın peşinden koşmayı bırakmanın zamanı hiç mi gelmeyecek bu ülkede…