Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Bursa’nın suyunu kim içti?

Keşke Evliya Çelebi Bursa’yı tarif ederken ‘Velhasıl Bursa sudan ibarettir’ demeseydi. Belki de kaderimiz değişirdi su konusunda.

Kazmayı vurduğumuz yerden su çıkan, şimdilerin lüks semtlerinin zamanında bataklık olduğu Bursa, susuzluğun pençesinde kıvranıp duruyor nicedir.

Doğancı ve Nilüfer Barajları su ihtiyacını karşılamaya yetmeyince, adı dahi bana korku veren ‘derin kuyular’ açılmaya başlandı.

Sayıları resmi rakamlara göre 150 civarında. Yine su sıkıntısı yaşanan bir dönemde, yanılmıyorsam yaz aylarında düzenlenen bir panelde dile getirmişti Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş bu rakamı. Kuyuların çalıştırılmasının maliyetinin yüksekliğinden de dem vurmuştu hatta. Su kulislerine bakarsanız, 50 derin kuyu daha var, ihtiyaç halinde devreye alınmak üzere açılan.

‘Derin kuyu’ adının neden korkutucu geldiğini ise şöyle açıklayabilirim; garaj altında vakti zamanında gürül gürül akan artezyen çeşmelerin büyük bölümü kurudu. Kalanlar da cılız bir su ile idare ediyor. Bölge insanının artezyenden içme suyu aldığı zamanların hayal olmasına çok az kaldı.

Kısacası, derin kuyular yer altı sularına ulaşıyor ve yoğun biçimde kullandığımız yer altı su rezervi de hızla tükeniyor.

Gözümün önüne Konya Ovası’ndaki obruklar geliyor tüm bunları düşündükçe.

Peki, nereye gitti Bursa’yı sudan ibaret yapan su rezervi?

Hemen söyleyelim; yüzde 15’i içme suyuna, yüzde 45’i OSB’lere, geriye kalan kısmı da tarımsal sulamaya gidiyor.

Vahşi sulamadan damla sulamaya geçilse bu oran bir anda yarıya iner, belki de daha altına düşer! Ama çiftçiye bu konuda destek olacak para yok, çiftçide zaten para yok…

OSB’lerde bu denli yoğun su kullanılmasının temelinde ise Avrupa’nın su rezervlerini tüketecek tüm üretimleri bizim gibi ülkelerin üzerine yıkmış olması var. Sonuçta onların kaynakları varlığını sürdürürken, bizim kaynaklarımız hunharca katlediliyor. Sonra da biz seviniyoruz; üretim yaptık diye… Oysa neyi üretmemize izin verilirse onu üretiyoruz aslında.

Bir gram ilerleme yok…

Elbette Bursa’nın bitmek tükenmek bilmeyen Çınarcık Barajı hikayesi de var. Çünkü Bursa kişi başına düşen su miktarı olarak 15-16 metreküp arası bir oranda. Ülkemizdeki pek çok ilden çok gerideyiz bu konuda. Can simidimiz Çınarcık Barajı’nın ise ne zaman devreye alınacağı, hangi aşamada olduğu konusunda net bilgilere ulaşmak şimdilik mümkün değil.

Şimdi gelelim su konusundaki güncel bir gelişmeye.

İznik Gölü’nün sularının çekilmesine ve buradaki doğal yaşamın etkileniyor olmasına ilişkin pek çok yazı yazan bir yazar olarak, bizim gördüğümüzü nihayet Devlet Su İşleri’nin de görmüş olmasına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim doğrusu.

Göl su seviyesinin kritik eşiğin altına düştüğünü nasıl olduysa tespit eden DSİ, Gemlik Gübre fabrikasına gönderdiği yazıda fabrikadaki amonyum tanklarının soğutulması için gerekli olan suyun farklı yollardan temin edilmesini istemiş.

Üstelik fabrikanın Orhangazi Göl sahiline kaçak pompalar yerleştirdiği de resmi yazıda vurgulanmış.

Benim anlamadığım şu; bizim bildiğimizi, bildiğinizi, biliyoruz da neden bu kadar geç müdahale ediyorsunuz?

TÜİK’E KİMSE İNANMIYOR!

Türk Metal Sendikası Bursa 1 No’lu Şubesi’nin dördüncü Olağan Genel Kuruluna katılan Türk-İş Genel Sekreteri ve Türk Metal Genel Başkanı Pevrul Kavlak, çok etkili, çok anlamlı bir cümle sarf etti konuşmasında;

Ben artık TÜİK rakamlarıyla masaya oturmam!”

Elbette bu sözler işçi adına kendisinin yürütmekte olduğu asgari ücret görüşmesi için sarf edilmedi, edilemezdi. Asgari ücretlinin örgütlü olmadığı için üretimden gelen gücünü kullanmak gibi yaptırımlara başvuramadığının altını defalarca çizen Kavlak, bahsettiğim cümleyi üretimden gelen gücünü kullanabilecek örgütlülükte olan metal işçileri için söyledi.

2023 sözleşme görüşmelerinde metal sektörü TÜİK rakamlarını baz alarak masaya oturmayacak.

TÜİK’in enflasyon paketinin sade vatandaşın harcama kalemleri ile hiç alakası olmadığını zaten biliyorduk.

“Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Sizin o rakamlarınıza hiç kimse inanmıyor. Biz hiç inanmıyoruz. Vallahi de inanmıyoruz, billahi de inanmıyoruz. Buradan ilan ediyorum. İşte 2023 sözleşmesi geliyor. Ben artık TÜİK rakamlarıyla masaya oturmam. O rakamlarla pazarlık yapmam!” diyen Kavlak’ın konuşmasından sonra işin iyice çığırından çıktığına emin olduk.

Fakat tüm bunlar asgari ücret pazarlığını etkileyecek unsurlar değil.

Neden mi?

Çünkü asgari ücretliler örgütlü değil. Örgütlü olsalar zaten asgari ücretli olmayacaklar

Civciv ve tavuk hikayesine dönen örgütlülük ve asgari ücretlilik anlatımımı şöyle noktalamak istiyorum; asgari ücret pazarlığında beğenmediği rakama imza atmamak gibi bir yaptırımı var Türk-İş’in!

Sadece bunu kullanabiliyor!

Ancak işveren temsilcileri ve hükümet birleştiklerinde zaten sendikaların onayına ihtiyaç duymadan asgari ücreti belirleyebiliyor.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu tıpkı Meclis gibi.

Nasıl hükümet muhalefete ihtiyaç duymadan tüm yasaları çıkarabiliyorsa asgari ücret komisyonu da işçi temsilcilerine gerek duymadan aralarında anlaşıp bir karara varabiliyor.

Haydi geçmiş olsun…

HABERLER