Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Cargill’in izleri kolay silinir mi?

Bursa Barosu’nun ve belki Bursa’nın da yürüttüğü en büyük hukuk mücadelesi olarak sayabiliriz Cargill Davasını. Dile kolay neredeyse benim meslek hayatımla başlayan ve halen süren davaları ile benim meslek hayatımın devamını takip eden bir süreçten 26 yıllık bir hukuk savaşından bahsediyoruz.

Öyle bir dava ki, hiçbir zaman Amerikan şirketi doğrudan davalı taraf olmamış. 1998 yılında başlayıp 20 yıl süren hukuk mücadelesinin tek muhatabı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin valiliği, bakanlığı, başbakanlığı! Birinci sınıf tarım arazisini hukuksuz bir şekilde Cargill için imara açan idare, henüz inşaat aşamasındayken verilen yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarını uygulamamış, tesisin bitirilip faaliyete geçmesine göz yummuş. Sonrasında verilen iptal kararları da görmezlikten gelinmiş, aleyhte kararları bertaraf etmek için yeni idari kararlar alınmış, bunlar da yetmemiş, yönetmelikler çıkarılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi de sadece bir şirketin çıkarı doğrultusunda çalıştırılıp özel yasalar çıkarılmış.

Açılan ilk davalar plan değişiklikleri, emisyon ve deşarj izinlerinin iptaline ilişkindi. Hükümet, bu yöntemle sonuç alamayınca, tesisin kurulmak istendiği yeri özel endüstri bölgesi ilan etmiş, fakat bu da Danıştay tarafından iptal edilmişti. Bunun üzerine Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda değişiklik yapılarak tarım arazisi olan alan sanayi alanına çevrilmişti. Bu değişikliğin Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye iadesi üzerine ikinci defa yasa değişikliği yapılmıştı. Bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuş; yasanın kişiye özel çıkarıldığının belgelenmesine rağmen mahkeme başvuruyu reddetmişti.

Bu yargı sürecinden sonuç alınamaması üzerine, 2005 yılında AİHM’e AİHS’in adil yargılanma hakkı (Madde:6), yaşam hakkı (Madde:2), aile ve özel yaşam hakkı (Madde:8) ve etkili başvuru ve haklarının ihlali nedeniyle başvuru yapılma zorunluluğu doğmuştu.

Başvurunun üzerinden 13 yıl geçtikten sonra AİHM bu başvuru nedeniyle sözleşmenin adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermişti.

AİHM, kararında dönemin Başbakanı, Bayındırlık ve İskan Bakanı ve Gemlik Belediye Başkanının, mahkeme kararlarının uygulanması konusunda sorumlu olmalarına rağmen idare mahkemesi kararlarını uygulamadıklarını tespit etmiş ve kararı uygulamayan yetkililer hakkında açılan tazminat davasıyla ilgili olarak Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ve Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği kararlara 3’er kez atıf yaparak bu durumu özellikle vurgulamıştır.

Sonuç olarak mahkeme, bir dizi nihai ve uygulanabilir yargı kararını uygulamak için gerekli tedbirleri almaktan yıllardır kaçınan ulusal makamların, başvuranları etkili yargı korumasından mahrum bıraktığını tespit etmiştir!

2018 yılında süreç tam da yukarıda anlattığım noktadaydı.

2024 yılının ilk aylarına gelindiğinde; “Amerikan Cargill şirketinin Bursa’daki fabrikasına ait bazı bölümlerine verilen ruhsat iptal kararları uygulanmıyor. Bursa Barosu, daha önce verilen AİHM kararlarını hatırlattı ve suç duyurusunda bulunacaklarını ifade etti” aşamasına geçildi.

Bu arada İznik Gölü’nün adeta yağmalanan Bursa’da en çok zarar gören bölgelerden biri olduğunu, gölün sularında ciddi bir çekilme gerçekleştiğini, gölün kıyısına kurulan iskelenin altında artık çocukların top oynadığını, balık ölümlerinin yaşandığını, göldeki yaşamın büyük ölçüde tahrip olduğunu falan yazmama gerek yok sanırım…

Tam da bu noktadan sonra kapıları basın mensuplarına sıkı sıkıya kapalı olan ve kendisini anlatma zahmetine neredeyse hiç girmeyen Cargill iletişim taktiğini değiştirdi ve dedi ki, ‘Biz aslında glukoz şurubu üretmiyoruz, üretimimizin yüzde 3’lük bir bölümü glukoz şurubundan oluşuyor. Biz mısır nişastası üretiyoruz!’

Şu anda glukoz şurubuna gelen devlet kotası ile birlikte böyle bir üretim kararı verilmiş olabilir. Burada alkışlık bir durum yok bence. Ürün gamında bir değişikliğe gitmenin de çevreye verilen zararın telafisi noktasında doğrudan bir katkısı olduğunu düşünmüyorum.

Değişen iletişim taktiği doğrultusunda Cargill ulusal ve yerel medyayı muhatap almaya ve kendisini anlatmaya başladı fark ettiyseniz. Bu noktada sosyal sorumluluk projesi olarak bölgeye yaptıklarından bahsetmenin yanında İznik Gölündeki su çekilmesinin sebeplerini de araştırmışlar.

Sonuçlar vahim ve öngörülebilir.

İkisi bir arada nasıl oluyor diye soracaksınız.

Hemen açıklayalım…

Cargill’in yaptığı araştırmaya göre İznik Gölündeki su çekilmesinin yüzde 80 oranındaki nedeni vahşi sulama, yüzde 16 oranındaki nedeni sanayi kullanımı, kalan küçük bölüm pek dikkate bile alınmıyor…

Sonuçların öngörülebilirliği, zaten ülkedeki su tüketiminin en önemli kısmının vahşi sulamaya gitmesinden mütevellit buradaki su çekilmesinde de vahşi sulama yönteminin başı çekmesi ihtimalini göz önünde bulundurmaktan kaynaklı.

Gelelim vahametine…

Mısırdan şeker elde etme yöntemi bir yandan Türkiye gibi su zengini olmadığı halde su zenginiymişçesine hareket etmeye alışık ülkelerde kullanılabilecek en tehlikeli yöntem, çünkü yetişirken çok su isteyen mısır pancar bitkisine göre daha fazla su ile şeker üretiyor!

Üstelik şeker üretmek üzere tarlalara ekilen mısırların neredeyse yüzde 90 gibi bir oranı GDO’lu!

Suyunu GDO’sunu bir kenara bırakıp ektiniz mısırı, doğrudan Cargill’e kendiniz satamıyorsunuz. Satış için ürününüzü toplayıp paketleyecek alet edevatı satın alabilecek sermayesi olan aracılar gerekiyor ve zaten artık hepimiz öğrendik ki, bu işlerden aracılar para kazanıyor.

Buraya kadar tamamsak, yani Cargill davasını hatırladıysak ve sadece fabrikanın varlığının değil, çevresinde yapılan üretimin de verdiği zararı özümsediysek, şimdi gelelim sosyal sorumluluk projelerinin devamına…

Cargill 1000 çiftçiye 1000 bereket paketi sunmak için çalışıyor son birkaç yıldır. Misal ne yapıyor derseniz hemen açıklayalım; toprağınızı, ürününüzü, hava koşullarını inceliyor, tahlil ediyor, analiz sonuçları hazırlıyor, sizin için en uygun ürünü, en uygun sulama ve gübreleme yöntemini söylüyor. Kısaca bu proje için başvuran bölge köylüsüne mihmandarlık yapıyor.

Pek güzel, zaten benim uzun zamandır mezun olup üç kuruşa sağda solda çalışan ziraat mühendisleri için düşündüğüm en anlamlı iş de buydu. Her köyün kendi ziraat mühendisi olsa, köylü zaten bu incelemeleri yaptırır, kendi köyündeki kendi danışmanına her daim danışarak hareket eder ve çok daha kaliteli ürünü çok daha verimli biçimde üretirdi.

Biz tabi ziraat mühendislerimizi daha ziyade marketlerde ve mağazalarda istihdam etmeyi tercih ettiğimizden ne çiftçinin yüzü gülüyor bu konuda ne de mühendisin…

Bir de işin daha acı olan tarafı, tüm analizleri yapın, en uygun yöntemleri sistemleri söyleyin iş ancak oraya kadar gider uygulamada. Çünkü bizim köylünün genel olarak parası yok. Adamlar yollara kamyon kamyon ürün döküp ‘yandık bittik’ diye bağırıyor her sene.

Hani diyeceğim o ki, doğru yöntemi bilseler de uygulamaya geçecek desteği köylüye sağlayamadıktan sonra bunun bir anlamı yok. Köylü karnını zor doyurur hale geldi.

Ezcümle; iletişim çabası güzel, köylüye yol gösterme girişimi iyi, bir de İznik Gölünden fabrikanın aldığı suyun bir kısmını göle geri kazandırma projesi varmış, o kısmın soru işaretlerini aydınlatmak şartıyla bunu da takdir edelim, fakat 26 yıl, dile kolay…

Öyle kolay silinir mi o izler…

HABERLER