Cumhuriyet Halk Partisi uzun süredir beklenen, tabanın gerçekleşmesi için ciddi baskılar oluşturduğu ve nihayet Genel Merkezin de bahsettiğim çağrılara kayıtsız kalamadığı için başlatmak zorunda kaldığı kurultay sürecinin sonuna geldi.
Siyasetle ilgilenenlerin günün ilk saatlerinden itibaren çeşitli haber kanallarından aldıkları bilgileri tekrar etmek yerine, kurultayda yapılan iki önemli konuşmanın altında yatan nedenleri irdelemeyi, kurultaya bu açıdan bakmayı daha mantıklı buluyorum.
Öncelikli olarak söylemek gerekir ki, sürecin en başından itibaren kurultay sürecinin sadece iki Genel Başkan Adayı yoktu. Genel Başkanlığa aday olduğunu en başından itibaren belirten ve partinin sol ağırlıklı kesimini temsil etmeye talip olan Örsan Öymen, söylemleri açısından son derece beğendiğim, hitabeti açısından ise daha çok yol yürümesi gerektiğini düşündüğüm bir aday olarak yarıştan çekildiğini açıkladı.
Hem de ne açıklama…
“Kurultay, partideki bozuk düzenin bir parçası veya uzantısı olanların ‘yarışına’ dönüştürülmüştür. Bu Kurultay’da, kim kazanırsa kazansın, kaybeden ne yazık ki CHP ve Türkiye olmuştur!”
Bir süredir hem delegelerin kararsızlığında hem de üyeler ve seçmenin isyanlarında dile getirdiği gerçekliğin en sade, en yalın anlatımı olarak alıp, aklımın bir köşesine koymak istiyorum bu cümleleri.
Peki, ne diyordu kararsız delegeler ve isyankar seçmen ile üyeler?
İlk söylem; Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekibinde uzun yıllar yer alan ve parti yönetiminde önemli görevlerde bulunan Özgür Özel’in eskinin sorumlusu olarak yeniyi nasıl temsil edeceğine yönelik bir kafa karışıklığını anlatıyor.
‘Tüm bunlar olurken Özgür Özel orada değil miydi?’ sorusuyla da seslendiriliyor.
İkinci söylem ise daha da karmaşık bir sorunun işaretçisi. Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel arasındaki yol ortaklığının, kader birliğinin yarattığı bir liderlik karmaşasından bahsediyorum. ‘Ekrem İmamoğlu tarafından ‘Sen şimdilik partinin başında dur’ denilerek göreve getirilen adama mı oy vereceğiz, değişim bu isimle mi olacak?’ cümlesi bahsettiğim bu karmaşıklığın dışa vurumu olarak çokça konuşuldu kurultay sürecine gidene kadar ve kurultay salonunda.
Çekilen adaylardan İlhan Cihaner de çekildiğini açıkladığı konuşması sırasında;
“Maalesef partiyi bugüne getirenler ikiye ayrılarak, ilerletici bir dönüşümün ve yeniden inşanın boğulduğu bir açmaza mahkum edilmiştir. Siyasi yaklaşımların tartışılması, yetkin kadroların belirlenmesi yerine belediye olanaklarının yarıştırıldığı çirkin bir ortam yaratılmıştır. Öte yandan yoğun bir medya manipülasyonu ile güç algısı yaratılarak kurultay süreci yalnızca iki kişinin yarıştığı siyasetsiz bir psikolojik savaşa dönüştürülmüştür. Vatan Cephesi katılımlarını andıran imza açıklamaları baskıya dönüştürülerek diğer aday adaylarının demokratik temsilleri engellenmiştir!” diyerek çok daha sert sözlerle olan biteni gözler önüne serdi bence.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasındaki ‘hançer’ içerikli cümlenin delege üzerinde olumsuz bir etki yarattığına ve genel konuşma havasının var olandan daha merkezci yönetilmeyi müjdelediğini herkesin sezdiğine eminim.
Ama işte şu bahsi edilen ‘belediye olanaklarının yarıştırıldığı’ bölümüne gizlenmiş, herkesin ayrı ajandasına işaret eden, herkesin benim hesabıma ne düşer yaklaşımı ile baktığı oy pusulasından ne çıkacağı mevzu bahis ‘olanaklar’a bağlı…
Kılıçdaroğlu’ndan daha kucaklayıcı bir konuşma yapan ve ‘sizi seviyorum, size güveniyorum’ diyerek konuşmasının sonunda kendisini delegeye teslim eden Özgür Özel de biliyor aslında partinin genel seçimler için dahi bu kadar efor sarf etmeyen üyelerinin her birinin orada neden olduğunu ve ne gibi beklentiler içinde bulunduğunu.
Seçimden çekildiğini açıklayan her iki ismin de belirttiği gibi siyaset konuşulmuyor, siyaset üretilmiyor…
Kurultayın kazananı kim olursa olsun bu saatten sonra partide dengelerin yerine kolay kolay oturmayacağı çok açık. Sokaktan gelen değişim talebi ve özellikle daha da korkunç olan, CHP’ye yönelik kayıtsızlık öylesine zorluyor ki şu anda ana muhalefet partisini, Özgür Özel’in seçimi kazanması bir şeylerin değişmeye başladığına dair ikna konusunda yeterli olacak mı muallak…
Ancak, CHP’de hep söylenegeldiği gibi, isimlerin değil toptan siyaset biçiminin değişmesi gibi bir yol izlenirse ve bu yolda partinin temelleri sarsılmadan ilerlenebilirse, belki o vakit bir şans olabilir.
Aksi halde Genel Merkez koridorlarını aşamayan, genel başkanın peşinde gezilere katılmaktan öteye gidemeyen, vatandaşın evine giremeyen, halkla teması minimuma indirip tepeden bakan bir yaklaşımı sürdüren kadrolarla bu iş zor.
Akıldan çıkarılmaması gereken iki nokta daha var. Parti seçmeninin büyük bölümü değişim beklentisinin karşılanmadığına kanaat getirirse sandığa gitmeyi dahi düşünmüyor ve şu çok güvendiğiniz gençler var ya hani, işte o gençler belki AK Parti’yi desteklemiyor, ama CHP’ye de inancını kaybediyor.
Kurultay yarışının sonunda kazananın Kemal Kılıçdaroğlu olması da bu gerçeği değiştirmiyor, Özgür Özel olması da…
Partide bundan sonra örgütün tüm kılcal damarlarına nüfuz edecek ve bu damarların en deli kanla akmasını sağlayacak bir yapılanmaya seçimin hemen ertesi gününden itibaren gidilmesi şart. Aksi halde Ankara’yı Mansur Yavaş, İstanbul’u Ekrem İmamoğlu da kurtaramaz!