Siyasette taşlar yerinden oynadı, hamle üstüne hamle geliyor. Satrançta kimin kazanacağı nasıl ki, ilk harekette bilinmezse, bu oyunun sonunun nereye varacağını da kestirmek aynı oranda güç.
Bu nedenle siyasetin hengamesini bir kenara bırakıp, adaletin en kısa sürede vicdan rahatlatıcı bir karar vermesini dileyerek, konuyu kendi adıma bir süre askıya alma kararındayım.
Benim asıl derdim, çoktan başlayan diğer oyunların bozguncusu olmak!
Aklım erdiğinden beri, kendimce karşısında durmaya çalıştığım bir mesele; tarikat ve cemaatlerin eğitime karışması. Tam da bu nedenle 6 yaşındaki kız çocuğunun kocaman bir kadın olana kadar yaşadığı iğrençliklerde en çok Milli Eğitim Bakanlığı’nı suçlu buldum.
Neden aranmamış bu çocuk?
Aslında çok basit de bir yanıtı var bu sorunun; çünkü kız çocuklarını çoktan gözden çıkarmış bir yapıya büründü Milli Eğitim Bakanlığı!
Bence konunun en iyi kaynaklarından biri, Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, zira konuyla ilgili rakamsal verilere devlet arşivlerinden net olarak ulaşmak pek kolay değil.
Mesele daha derin araştırma istiyor.
Çeşitli kaynaklara dayanarak; 866 bin ila 1.5 milyon kız çocuğunun şu anda okula gitmediğini söyleyebiliriz. En düşüğünden en yüksek ihtimale kadar rakamları verdim ki, gözünüzde durumun belirsizliğine ilişkin bir tablo canlansın.
Bakanlık tarafından paylaşılmayan bu bilgilere çeşitli hesaplamalar ve araştırmalarla ulaşılmaya çalışılıyor. Hesaplamalardan biri için kullanılan verileri şöyle bir gözden geçirelim; 2012-2013 eğitim öğretim döneminde kız çocuklarında okullaşma oranı yüzde 98.9! Neredeyse tüm kızlar okulda! Kayıp kaçak hayli az! 2020-2021 eğitim öğretim yılına gelindiğinde bu oran yüzde 93.1’e düşüyor! Yüzde 5.8 kız öğrenci açığımız var!
Kızlar nerede?
Hemen kızların nerede olduğuna da bir açıklık getirelim.
Efendim; eğitimin uzun süredir içinde olan tarikat ve cemaatlerin 2011 yılından itibaren daha da güçlü şekilde çalışmaya başladığını söyleyebiliriz. 2011 yılında Din Öğretim Genel Müdürlüğü, 652 sayılı KHK ile önemli bir birim haline getiriliyor Milli Eğitim’in içinde. Yine 2011 yılında ‘Bu ülkede çocuklar beşinci sınıfı bitirmeden Kur’an kurslarına gidemez’ kuralı kaldırılıyor ve Kur’an kurslarına küçük yaşta çocukların gitmesinin önü açılmış oluyor.
2012 yılında da öldürücü darbe vuruluyor!
4+4+4 modelli eğitim sistemi, en çok çocukların küçük yaşta eğitime başlaması nedeniyle eleştiri aldı. Evet, bu durum da bir sorundu, ama burada asıl hedef, ilk dört yıllık eğitimin ardından yani 9 yaşından hemen sonra çocukların eğitimden çekilebilmelerinin önünü açmaktı.
Bir kez daha önemli bir vurguyla hatırlatmak istiyorum. Güya zorunlu eğitimi 12 yıl olan ülkemizde çocuklar 9 yaşından itibaren açıktan okumak istiyorum, diyerek okula gitmeyebiliyor!
Tahmin edersiniz ki, bu duruma en çok kız çocukları maruz kalıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı bu kızları aramıyor, çünkü nerede olduklarını zaten biliyor!
Devam edelim…
Yine 2012 yılında okullarda değerler eğitimi seminerleri başladı. Vakıf adı altındaki tarikatlarla Milli Eğitim Bakanlığı tarafından imzalanan protokoller sayesinde tarikat ve cemaatler eğitime doğrudan ve hatta resmi olarak girmiş oldu.
Gelelim dikkatleri bir kez daha tarikat ve cemaatlerin üzerine çeken olayda en çok merak ettiğim ikinci sorunun yanıtına;
Bu çocuk nasıl oldu da eline bir telefon geçirene kadar yaşadıklarını normal sandı?
İtiraz mekanizmasını çökertmek için küçük yaştan itibaren doğrunun bu olduğuna ikna edildiyseniz ve çevrenizdeki herkes size doğrunun böyle olması gerektiğini söylüyorsa…
Asıl hedef küçük yaşta tarikat ve cemaatlere yakınlık olunca, 4-6 yaş Kur’an kursları başladı. Milli Eğitim Bakanlığı tüm okulları denetleme yetkisine sahipken, bu denetim yetkisini Kur’an kurslarında Diyanet İşleri Başkanlığı üstlendi. Okul öncesi eğitim de bu kapsama sokuldu.
2013 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 4-6 yaş yaz Kur’an kursları hayata geçirildi.
Tek tek çıkılan tüm bu basamakların ardından 2015 yılında 15 bin 265 olan Kur’an kursu öğrenci sayısı 2020 yılında 181 bin 808 oldu!
İnsanların çocuklarını dini eğitime yönlendirmelerinde bir sakınca yok elbette. Bu eğitimin kimin ya da kimlerin eliyle verildiği burada mühim olan ve altını çizmek istediğim. Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından internet sitelerinde rahatlıkla paylaşıldığı için belirtmekte sakınca görmediğim TÜGVA, ENSAR, İlim Yayma Cemiyeti, İsmail Ağa Cemaati gibi oluşumlardan bahsediyorum. Vakıf adı altında kazanılan resmiyet, devletin içinde daha rahat hareket imkanı da sağlıyor elbette.
2020-2021 Eğitim Öğretim yılında Ankara’da Bakanlığa bağlı 120 anaokulu varken, Müftülüklere bağlı 153 Kur’an kursu var. Bir de bunların resmi rakamlar olduğunu, merdiven altı kursların bu sayıya dahil olmadığını düşünün.
Buraya kadar Milli Eğitim’in neden mağdur genç kadını çocukluğundan itibaren aramadığına ve mağdurun durumunu neden bu denli uzun süre normal sandığına ilişkin soruları yanıtlamaya çalıştım. Bundan sonrası daha da önemli bir soru;
Kimler bu kurslara gönderiyor çocuklarını?
“Bakacak kimsesi olmayanlar, çok ucuz olduğundan, yemek ve ulaşımı sağladıklarından mecbur kalıyorlar, özellikle yoksul emekçi anneler mecbur kalıyor buraya çocuklarını göndermeye. Örneğin; Fatih Medreseleri, İsmail Ağa Cemaatine yakın Erenler Vakfı, Huzurlu Gönül Vakfı, Zehra Vakfına ait birçok sübyan mektebi geçiyor kayıtlarda. Yaz kursları dışında medreseleri de var. Sosyal medyalarında; ‘4 yaş 4 ay 4 günlükken çocuklar alınmaktadır son nefese kadar’ diye yazmışlar!” diyerek yanıtlıyor bu konudaki sorumu Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy.
Ben de şöyle noktalamak istiyorum; kadınlar sorgulama, eleştirel bakış açısı geliştirme hakları ellerinden alınarak, 4 yaşından itibaren kapalı bir kutunun içinde korku ve onay görme güdüleri arasında itaat etmeyi öğreniyorlar bu yapılarda.
Ülkemizin kuruluşunun yüzüncü yılı yaklaşırken toplumun bir kesiminde kadınlarımıza reva görülen hayatı fark etmenizi istedim…