Ülkesi, ili, ilçesi, köyü, mahallesi, tüm yöneticilerin sorumlu oldukları kesim yönetimleri altında yaşayan vatandaşlardır. Vatandaşının geçiminden, barınma ihtiyacından, temiz su kaynaklarına kavuşmasından ve en önemlisi de güvenliğinden sorumludur tüm yöneticiler.
Burada işin kolluk kuvvetlerine yüklenen kısmını ayrı tuttuğumu ve aslında üretilen politikalarda gözetilmesi gereken güvenlik meselesinden bahsettiğimi belirtmekte yarar görüyorum.
Şöyle bir göz atarsak son dönemlerde yaşadıklarımıza; vatandaşın geçimi içler acısı, barınma ile ilgili ciddi sorunlar yaşanıyor, su kaynaklarımız hızla ve zalimce tüketiliyor, üstüne bir de güvenlikle ilgili yürütülen saçma politikalar nedeniyle günden güne artan sıkıntılarla yüzleşiyoruz.
Bugünkü konumuz, Kayseri’de başlayan, Bursa’ya kadar sıçrayan, bir bölümü de sınır ötesinde gelişen olaylar nedeniyle güvenlik elbette…
İster hükümetin deyin, ister iktidarın, ben kısaca bizi yönetenlerin demeyi tercih ediyorum; göçmen politikasının Türkiye’nin başına büyük dert açacağını sıklıkla dile getiren yazarlardan biriyim. Bu noktada bana yöneltilecek, ırkçı, faşist falan gibi suçlamalara da çoktan kulaklarımı tıkadım. Çünkü gördüm ve biliyorum ki, dünya üzerinde hiçbir devlet, sınır kapılarını sonuna kadar açıp sorgusuz sualsiz herkesin giriş yaptığı bir döneme tanıklık etmedi şimdiye kadar.
Bundan yaklaşık 12 yıl önce yaşanan savaşı, savaşın yarattığı mağduriyetleri anlayabiliyorum, fakat şunu da biliyorum, ülkesinde çalışacak insan kaynağı kalmadığı için başka ülkelerdeki yetişmiş insan gücüne davet çıkartarak; ‘kapılarımı açtım, gel ve benim ülkemde yaşa’ diyen ülkeler bile milyon tane koşul koyuyor ülkesine gelmek istediğini beyan eden insanların önüne.
Bakıyorlar mesela, onların istediği eğitim düzeyinde misiniz, ülkelerinde konuşulan dile onların istediği düzeyde hakim misiniz, yapabildiğinizi iddia ettiğiniz iş konusunda ne kadar deneyimlisiniz…
Beğenmezlerse almıyorlar…
Neden?
Çünkü ileride kalifiye olmayan, ülkelerine adapte olamayacak insanlar vatandaşları için güvenlik sorunu haline gelebilir.
Bizim gibi kapılarını sonuna kadar açıp, ‘koca ülke, arada kaynar giderler’ mantığı ile yaklaşan, ülkesinde kaç yabancının yaşadığını, kaç uyuyan hücrenin var olduğunu, kaç ajanın cirit attığını kendisi dahi bilmeyen ülke olur mu yahu?
Burada mesele ırkçılık, etnik ayrımcılık falan değil, doğrudan kendi vatandaşını koruma meselesi.
Şimdi geldiğimiz noktada, Kayseri’de yer yerinden oynadı. Bardağı taşıran damla çok çirkin bir olay, bu olayı yatıştırmak için Kayseri Valiliğinin yaptığı açıklama ondan beş beter.
Bunları geçiyorum ve işin vandallık kısmının savunulacak tarafı olmadığını, sokaklarda yaşanan kaba kuvvetin asla onay kabul etmeyeceğini bir kez daha vurguluyorum. Mutlaka sokaklarda yaşananların provokasyonlara açık noktaları var. Elbette bu işin altında bir kışkırtıcı el var, fakat gelinen noktada iktidarın peş peşe yaptığı hataların hiç mi payı yok? Bunun da düşünülmesi gerekiyor.
Avrupa Birliğinden üç beş kuruş para almak uğruna ya da yapılan gizli anlaşmaların içerikleri kime ne fayda sağlıyorsa, bu faydalar uğruna, ülkeyi doğudan batıya doğru akan insan seline karşı bir kör tıpa haline getirmeye, vatandaşını her türlü tehlike ile karşı karşıya bırakmaya ne gerek var?
Çözümü sokaklarda aramak elbette doğru değil.
Fakat biliyorum ki, bundan sonra çözümü bu işi bizim başımıza saranlarda aramak da mantıklı değil. zira çözme aşamasına hiçbir zaman gelmeyecekleri artık çok açık.
Kayseri’yi bilmem, İstanbul’un çapı benim için fazlaca büyük, ancak Bursa ile ilgili az biraz bilgi sahibiyim, özellikle dün akşam gerginliklerin de yaşandığı Çarşamba bölgesini gayet iyi biliyorum.
Bölgeyi bildiğimiz gibi sorunlarını da biliyoruz elbette. Hatta ukalalık olarak alınmayacaksa işin çözümünün nereden geçtiğini de az çok tahmin ediyoruz.
Sosyal medyada dünden bu yana sıkça dolaşan 21 Haziran 1934 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış şöyle bir metin mevcut; ‘Türk soylu olmayanlar istediği yere yerleşemez. Anadili Türkçe olmayanlar müstakil mahalle kuramaz, işçi ve sanatçı kümesi oluşturamaz. Ecnebilerin bir belediyedeki nüfusu yüzde 10’u geçemez’ bilgisini içeren.
Atatürk’ün sığınmacı yasasının ardından yapılan yeni düzenlemeler nelerdir, iş nerelere evrilmiştir bunu araştırmak benim için biraz güç ve meşakkatli, ben 1934 yılındaki yasanın doğruluğunu kabul etmeyi tercih ediyorum, çünkü tüm dünya bunu böyle uyguluyor.
Gelelim bizim bu yasayı Bursa’ya nasıl uygulayacağımıza.
Bence çözüm kentsel dönüşümde…
Biliyorsunuz seçimlerin ardından şehrin en sorunlu bölgelerinden olan Altıparmak-Çarşamba’daki kentsel dönüşüm planları ile ilgili görüşmeler askıya alınmış, yeni yönetimin konuya nasıl bakacağına yönelik bir bekleyişe girilmişti.
Buradan hemen bir müjde vereyim, Altıparmak-Çarşamba Kentsel Dönüşüm planları ile ilgili Mustafa Bozbey döneminin ilk görüşmeleri Perşembe günü başlıyor.
Kentsel dönüşümün bölgeyi hem sosyolojik hem ekonomik, hem de şehir huzuru ve güvenliği açısından daha farklı bir çehreye büründürmesi amaçlanıyor elbette.
Kısacası burada bir kentsel dönüşüm olduğunda mevcut gettolaşma da dağılacaktır umudu hakim bende.
Bunun yanında 1/100.000’lik planlarla ilgili ilk toplantının da 10 Temmuz itibariyle yapılacağını, yani bir yandan kentsel dönüşüm planlarının diğer yandan şehrin anayasasının paralel ilerleyeceğini söyleyebilirim.
Süreç çetrefilli, kentsel dönüşüm kendi bağlamında zaten zorlu bir uygulama, yanına bir de aslında hükümetin yanlış politikaları dışında kimsenin dahlinin olmadığı sorunların çözülmesi sorumluluğu size yüklenince iş daha da zorlaşıyor.
Tüm bunları anlıyorum. Beklentim, bu çok önemli toplantılarda çalışmalara iyi niyetle katkı sunan tarafların iyi niyetlerinin daha önceki yönetimin görüşmelerinde olduğu gibi suiistimal edilmemesi.
Hani toplanıp toplanıp, fikirleri alıp alıp sonra o toplantılar hiç yapılmamış gibi sadece kendi bildiğini okursa yerel yönetimler, yolumuz bundan önceki yönetimde olduğu gibi yine çıkmaza girer.
Benden söylemesi…