Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin misafiri olarak gerçekleştirdiğim Ankara gezisinden heybemde çok güzel bir gezi yazısı ile döndüm aslında. Uzun zamandır da yazmayı dört gözle bekliyordum bu yazıyı. Türkiye’nin en çok ziyaretçi alan müzelerinden biri olan Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni anlatmak istiyordum sizlere.
Sonunda nispeten sakin geçen bir hafta sonunda bu şansı yakaladım.
Üniversite yıllarımda sıklıkla önünden, yakınlarından geçtiğimiz, o dönemde de tıpkı şimdiki gibi hep içimde hüzün uyandıran Ulucanlar, bir dönemin kanlı tarihinin yaşam alanıdır. İşkencelerin, çığlıkların adı…
Düşüncesi yüzünden mahkum edilmişlerin aslında tutuklu yargılanmaları için kullanılması gereken, ama idamlarıyla meşhur olmuş bir mekan…
Yakın, geçmişimizin en kanlı dönemlerinin tanığı olmak kim bilir ne ağır yükler yüklemiştir cezaevinin hala çığlıklar yankılanan duvarlarına.
Siyasetçisinden yazarına, Akademisyeninden sanatçısına, sağcısından solcusuna birçok ünlünün yolunun düştüğü, acı dolu hikayelerin müzesi Ulucanlar…
Eski binaların karanlık, dar ve rutubet kokan hali korunarak müzeye dönüştürülmüş, hatta dökülen boyalara dahi müdahale edilmemiş ki, yaşanmışlık iyice hissedilsin. Kullanılan ses efektlerinden, bal mumu heykellerden, dönemin anılarının yüklü olduğu eşyalardan yararlanılarak gerçeklik iyice ön plana çıkarılmış müzenin tümünde.
Öylesine canlı ki her şey, daha ana kapıdan girerken ürperiyor insan. İlk girişte ‘karanlığa ve rutubet kokusuna alışsanız iyi olur’ dercesine karşılıyor sizi Ulucanlar. Koridorun sonunda Hilton adı verilen, 9. ve 10. Koğuşlar var.
Koğuşların adı Hilton, çünkü hem manzaralı hem de nispeten daha az kalabalık koğuşlar buralar. Daha az kalabalıktan kastımın bir kişiye bir yatağın düşmesidir, zira mahkumlar diğer koğuşlarda bir yatakta iki kişi uyumak ya da yatakları birleştirerek yatış düzeni almak zorunda kalıyorlarmış.
Hilton kısa bir süre Bülent Ecevit’i de misafir etmiş.
Buradan sonra tek kişilik hücrelere geçiyor ziyaretçiler. Demir kapıların ardından gelen sesler işkenceyi iliklerinize kadar hissetmenize neden oluyor. Geçmişin acımasızlığı yüzünüze vuruyor…
Büyük koğuşlar ve yine disiplin hücreleri… Hücrelerin içinde bulunan balmumu heykeller acıyı bir elektrik akımı gibi aktarıyor size. Tarihin tekerrür etmemesi için en güzel fırsat, yapılan yanlışları yapıldığı biçimiyle gözlemlemek belki de. Ulucanlar Cezaevi Müzesi en çok da bu imkanı sunuyor ziyaretçilerine.
Ulucanlar sağcısıyla solcusuyla pek çok kişinin gönlüne taht kurmuş isimlerin mahkum edildiği, hatta asıldığı yer. Ancak kişiselleştirilmiş bir heykel yok müzenin içinde. Böyle olunca tüm görüşlerden ziyaretçilerin odak noktası olmayı başarıyor gibi.
Birçok koğuşta, ranza başlarında bulunan bilgilendirmeler ile kimlerin buralardan gelip geçtiğini görüyorsunuz zaten.
İskilipli Atıf Hoca, Sırrı Süreyya Önder, Muhsin Yazıcıoğlu, Feride Çiçekoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Cevat Şakir Kabaağaçlı namı diğer Halikarnas Balıkçısı, Ülkü Arman, Bülent Ecevit, Osman Yüksel Serdengeçti, Sami Cebeci, Mustafa İslamoğlu şimdilik sayabildiklerim.
Bir de Ulucanlar deyince ilk akla gelen isimler var; Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan Hüseyin İnan ve Yılmaz Odabaşı, Nazım Hikmet gibi…
Müzenin son bölümünü gözlerinizde yaşlar olmadan gezmeniz zor biraz. Çünkü bu bölümde ünlü mahkumlara ait kişisel eşyaların bulunduğu koğuş mevcut. Siyasetçilerden gazetecilere, şairlerden yazarlara, derlenmiş, toplanmış bilgileri ve belgeler, birçok döneme ait önemli yayınlar…
En etkileyici kısım ise Ulucanların kuruluşundan itibaren bahçede duran, bir fotoğraf karesine sığdırmayı beceremediğim, upuzun ağacın dibine kurulan idam sehpasında son nefesini veren gencecik üç fidana ait eşyaları görebilmekti benim için.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan…
Üzerlerindeki son kıyafetler, son sigaraları, onlara vurulan son prangalar, Deniz Gezmiş’in o meşhur hırkası, Hüseyin İnan’ın atleti, son sigara ve kibriti, cebinden çıkan bozuk paralar, idam edildikten sonra boyunlarından çıkartılmış yaftalar…
Gezinin sonunda tarihin tüm yükünü sırtlanmış, darağacını görüyorsunuz. Ulucanlar Cezaevinde idam edilen 18 kişinin isimlerinin asılı olduğu bir tabela ile birlikte mahkum edilmiş, üzerinde bu ülkede idam cezası kaldırılmıştır yazan bir hücrede cezasını dolduran bir darağacı…
Tüm kabahati birkaç tahta parçasının birleşiminden oluşan darağacına atarak vicdanını temizlemiş, ellerini yıkamış olmak yürek parçalayıcı. Bir de müzenin en çok Ulucanlar’da eskiden kalmış mahkumlar tarafından ziyaret ediliyor olduğunu öğrenmek. ‘Başka bir hayat bilmedikleri için gelip bütün günlerini burada geçiriyorlar’ diyor tüm sorularımıza yanıt veren sabırlı rehberimiz.
Mahkumluktan başka bir hayat bilmemek, ne acı…
Eğer yolunuz düşerse, bir uğramak isterseniz cebinize hüzünlerinizi doldurup ayrılabileceğiniz, cesaretine hayran kaldıklarınızın nelere rağmen cesur olduklarını görebileceğiniz bir yer Ulucanlar…