Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Deprem bölgesinde ne var ne yok!

Umutların giderek azaldığı, sinirlerin giderek gerildiği, at izinin it izine daha çok karıştığı bir hale sürükleniyoruz ülke olarak.

Daha önce deprem bölgesinde bulunmamış, olan biteni ekranlardan izlemeye çalışanlar için söyleyeyim, böylesi doğa olayları içgüdüyle hareketi ortaya çıkarır. Temel ihtiyaçların karşılanması önceliğini net biçimde görür ve uygulamaya çalışırsınız. Yaşıyorsanız, yaşamı sürdürmek istersiniz ve bunun için elden ne geliyorsa yaparsınız.

Elbette bu söylediklerimden bölgede görülmeye başlanan yağmalama olaylarının doğruluğuna dikkat çektiğim düşünülmesin. Söylemeye çalıştığım; bu noktada, sahada at izi ile it izinin ayrışmasının zorluğudur. Bir marketten yağmalanan televizyon ile ulaşılamadığı için alınmak durumunda kalınan hijyenik malzemeler ya da gıdayı birbirinden ayırmak gerekir.

Bu noktadaki ayrımı yapmak elbette kolluk kuvvetlerine düşmektedir. Deprem bölgesinde kendileri de bir depremzede gibi yaşadıkları için, benden daha mantıklı çekeceklerdir aradaki ince çizgiyi.

Aslında böyle hassas bir dengeyi kurmak inisiyatife kalmayabilirdi, her şey kurallara göre işletilmeye çalışılabilirdi büyük oranda.

Nasıl mı?

Elbette konuyla ilgili kurum ya da kurumların gerekli hazırlıkları yıllar öncesinden olsaydı, mümkündü tüm bunlar.

İşte burada devletin de ısrarcı tutumuyla, kuruluş amacı ‘afetlerin önlenmesi, etkin müdahale edilmesi, zararların azaltılması, koordine ve kurum ve kuruluşlar arasında işbirliğinin sağlanması’ olan AFAD devreye giriyor.

Daha doğrusu devreye giremiyor.

2009 yılında İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan AFAD, kurulduğu günden beri her afet sonrası tartışmaların ve eleştirilerin odağı oldu. Kurum yaşanan depremlerin ardından hazırladığı raporlarda da yetersiz kaldığını adeta ilan ediyor. Üstelik aradan geçen yıllarda durumda bir değişiklik gözlenmiyor.

Kabul ediyorum çok büyük bir afet, tüm dünyanın kabul ettiği gerçeği inkar edecek değilim. Ancak olayın üzerinden 6 gün geçtikten sonra dahi Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi büyük bir devletin depremde can veren vatandaşları, halen sokaklarda ceset torbaları içinde yatıyorsa, burada bir eksiklik vardır, hem de büyük bir eksiklik vardır!

AFAD’ın daha küçük depremlerde dahi bölgeye iki günden önce ulaşmadığını görüyoruz raporlarında, yani hem beni hem de konuyla ilgili tüm eleştirileri doğruluyorlar.

Artık bölgedeki arama kurtarma çalışmalarındaki aksaklıkları konuşmak için zaten çok geç. Üstelik yaşanan tek sıkıntı bu da değil. Depremzedelerin büyük bölümü halen çadırlara yerleştirilememiş durumda. Zorlu kış koşullarında enkazlarının başında bekliyorlar. Yaklaşık iki günde bir sıcak yemek geçiyor boğazlarından.

Depremin ilk günlerinde dile getirilmesinden çekinilen, şimdi ise baş göstermeye başlayan bulaşıcı hastalıklarla birlikte ne kadar önemli olduğu fark edilen bir ihtiyaç var listenin başında.

Tuvalet!

Bölgede yeterli tuvalet yok, daha doğrusu tuvalet bulmak çok zor. Bu da burada yazmak istemediğim kadar insan vicdanını yaralayan biçimde depremzedelerin ihtiyaçlarını gidermelerine neden oluyor.

İnsan ağlayarak tuvaletini yapar mı?

Depremzedeler günlerdir ağlayarak yapıyorlar tuvaletlerini…

Vatandaşın en azından bunu talep etmek hakkıdır diye düşünüyorum. 1999 yılından bu yana toplanan, sonradan adı değişse de uzunca bir süre adı ‘deprem vergisi’ olan gelirlerle vakti zamanında yol yapıldığı açıklanmıştı. Hatırlatmak isterim.

Yapılan yollar depremde yerle bir oldu. Aynı vergi sonradan iletişim vergisi oldu ve deprem bölgesinde halen büyük iletişim sorunları yaşanıyor. Yani vergi kaleminin adının değişmesi de bir işe yaramadı, zira verginin kendisi toptan vatandaşın işine yaramadı.

Bölgeye su lazım, elektrik lazım, battaniye, çadır ve tuvalet lazım…

Arama kurtarma çalışmaları için bölgeye gelen Türkiye Taşkömürü Kurumu madencilerinden 120 kişilik ekibe 5 çadır verilmesinden anlıyoruz ki, ciddi bir sıkıntı var!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da çadır eksikliğine dikkat çekti ve, “Çadır üreten bütün firmalara sesleniyorum. Elinizde çadır stokunuz varsa bizim büyükşehir belediye başkanlarına ulaşın. Biz bunları satın alıp deprem bölgelerine göndereceğiz” dedi.

Belki de saydığım bu kalemlerin hepsi bölgede mevcut, ancak mevcutla muhtacı bir araya getirecek organizasyon yok ortada. İşte burada da tecrübe lazım, liyakat lazım, idarecilik kabiliyeti lazım, önceden çalışılmışlık lazım…

Var mı?

Yok!

Bir de ne yok biliyor musunuz? ‘24 yıldır, deprem ülkesi Türkiye’de yaşanacak depremlerin en az hasarla atlatılması için ne yaptınız?’ sorusunun yanıtı yok.

Kahramanmaraş’taki Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası binalarının camlarının dahi çatlamamasından, Hatay’ın Erzin ilçesinin depremden hasar almadan çıkmasından anlıyoruz ki, ‘az hasar’ diye bir kavramı dillendirmek mümkünmüş.

Yaşamak mümkün mü?

Erzin İlçesi Belediye Başkanına ‘Ülkede tek namuslu sen mi kaldın!’ sözünü söyleyen vatandaşın söylemi bize gösteriyor ki, şimdiye kadar mümkün olmadığı aşikar.

Bundan sonra olacak mı?

Umutlu değilim…

Son olarak olmayan bir konuyu hatırlatayım; tüm bunları söylemeye, yazmaya hakkımız da yok!

HABERLER