Bursa’nın su zengini bir şehir olduğu algısının yanlış olduğundan çıkılıp aslında su fakiri bir şehir olduğu fikri üzerinde durmamız gerektiği söyleniyor uzun zamandır.
Peki, Bursa’nın su fakiri bir şehir olduğu iddiası da bir algı olamaz mı?
Biliyoruz ki, dünyanın dörtte üç gibi bir oranı sulardan oluşuyor, insanoğlunun yaşamını sürdürdüğü kara parçaları dünya varlığının sadece dörtte biri kadar. Dünya denen gezegende böylesine büyük bir oranı kapsayan suların ne kadarı içilebilir su olarak nitelendirilebiliyor dersiniz?
Sadece yüzde 1’lik bir oran!
Hatta daha da çarpıcı bir gerçeklik var ortada; dünyadaki tatlı suyun yarısı sadece altı ülkenin su kaynaklarında bulunuyor.
Yani dünyanın bu altı ülkesinin dışında kalan ülkeler evvel ezel su fakiri zaten!
Toprağa karışma ya da yoğunlaşma ile aslında bir döngü içinde bulunan su, tamamen tükenir duruma hiç gelmese de insanların ihtiyaç duydukları zamanda ve ihtiyaç duydukları yerde içme suyu bulmanın her daim mümkün olmadığı gerçekliği ile yüzleşmenin tam zamanı.
Tekerlemedeki gibi; ‘Dere nerede? İnek içmiş…’ yapmanın hiç anlamı yok!
Şimdi gelelim işin algı kısmına…
Su ile ilgili yazılar yazarken sürekli söylediğimiz ‘Velhasıl Bursa sudan ibaret’ söyleminin yanına yapıştırıverdiğimiz ‘Bursa’da su çeşmeden içilir’ sloganı ile şehrimizde suyun bol olduğu algısını bir zamanlar, belki de işimize öyle geldiği için oluşturmuşuz gibi.
Sonrasında, şöyle etrafımıza bir baktığımızda gördüğümüz manzaranın bize anlattıklarını, yani yer altı ve yer üstü su kaynaklarımızı; denizimi, gölümüzü, derelerimizi ve termal su kaynaklarımızı da belleğimize eklediğimizde, iyice bizde yer etmiş suyu bol bir şehirde yaşadığımız fikri.
Oysa gerçeklik, Türkiye de dahil olmak üzere dünya üzerindeki pek çok ülkenin tatlı su denilen suyu kıt kaynak olarak kullandığı yönünde.
İşin içine bir de kötü kullanım, suya karşı sanki hiç tükenmeyecek bir kaynakmış gibi yaklaşma eklenince, iyice suyunu çıkarmışız su kullanımının.
Aklıma gelmiyor da değil hani, suyun fütursuzca kullanımına yönelik yükselen seslere vatandaşın kulaklarını tıkaması için mi oluşturuldu vakti zamanında ‘su zengini Bursa’ algısı diye…
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği’nin 2022 yılında yaptığı bir açıklamaya göre, Türkiye’nin 105 milyar metreküp kullanılabilir tatlı su varlığına karşın, kişi başına 1240 metreküp su düşüyor. Mülteciler ve turistler de işin içine katıldığında rakamı 875 metreküp olarak güncellemek mümkün. Böylece Türkiye 1000 metreküp ‘su fakirliği’ sınırının altında kalan ülkeler arasındaki yerini 2022 yılında almış görünüyor.
Bursa da bu fakirliğin tam göbeğinde.
Yer altı ve yer üstü, içilebilir ya da kullanılabilir tüm su kaynaklarımızla ilgili hassasiyetimi sadece bir güne bağlamadığımdan, içim rahat olarak Dünya Su Gününde yapılan açıklamaları takip ettim. Genel olarak söylenenler, Bursa için dikkat çekilen noktalar aynı.
Aynı olmasında da bir beis yok, çünkü yapılan uyarılara kulak tıkanmaya devam ediliyor. Misal Bursa Su Kolektifi;
“Bursa Büyükşehir Belediyesi kentte inşa edilen atık su arıtma tesislerinin çokluğuna dem vuruyor. Evsel ve endüstriyel kullanımdan çıkan atık sular arıtılıyorsa Nilüfer Çayı ve Bursa genelindeki diğer dereler neden zehir akıyor? Vadilerde akan sular tek bir vadiye toplanarak diğer vadi kenarlarındaki hayvanların susuzluktan ölmesine neden seyirci kalınıyor?” diye sordu.
Susuzluğun çarpıcılığını gözlemlemek için Nilüfer Barajı’nda bir açıklama yapan Nilüfer Kent Konseyi, TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu, Bursa Barosu, TTB Bursa Tabip odası, Doğader, Ekoder, Tarım Orkam-Sen ve Türkiye Ormancılar Derneği ise açıklamasında;
“Bursa’nın yaşam kaynaklarından alınarak şişelenen sular, kentimizin su döngüsünü bozmakta ve kuraklığa sebep olmaktadır. Tarım alanlarına doğru yayılan imar planları ve sanayi alanları su kaynaklarımızı hem kirletmekte hem de yok etmektedir. Siyasiler ve karar vericiler, fabrikalara kontrolsüz ve denetimsizce su sağlarken, yurttaşlara sağlıklı ve ulaşılabilir su sağlamak konusunda sessiz ve etkisiz kalmaktadır. Bursalıların evlerinde kullandıkları musluklarından akan su tüketimine dikkat çekmeden önce, suyu kirleterek ve hoyratça kullanarak kuraklığa neden olanlara dikkat çekmek gerekmektedir” sözleri ile çok şükür ki, susuzluğun yükünü sade vatandaşın omuzlarından aldı.
Alınması gereken iki tedbirin çok önemli olduğunu defalarca söyledik, yazdık, hiç bıkmadan tekrar etmekte de sakınca görmüyorum;
Özellikle tekstil fabrikaları ve Cargill gibi üretiminde yoğun su kullanan fabrikaların acilen denetlenmesi ve bünyesindeki kuyulardan ne ölçüde su çektiği, kaçak kuyu kullanıp kullanmadıkları tespit edilmeli. Gereken cezalar da en ağır biçimde uygulanmalıdır.
Tarımın vahşi sulama yönteminden hızla uzaklaştırılması, damla sulama yöntemi ile sulamaya geçmek için çiftçiye gereken tüm imkanların sağlanması da çok önemli bir diğer husustur.
Aksi halde, UNICEF verilerine göre; 2025 gibi erken bir tarihte dünya nüfusunun yarısı su kıtlığıyla karşı karşıya olan bölgelerde yaşıyor olabilir.
Ülkemiz de bu ülkeler arasında yer alabilir!
2030 yılına kadar yaklaşık 700 milyon insan yoğun su kıtlığı nedeniyle yerinden olabilir.
Biz de bu insanlar arasında olabiliriz!
2040 yılına kadar, dünya çapında kabaca her 4 çocuktan 1’i son derece yüksek su stresi olan bölgelerde yaşıyor olabilir.
Bizim çocuğumuz ya da torunumuz onlardan biri olabilir!
NOT: Su konusunun hassasiyetinden ve öneminden dolayı şimdilik burada bitirdiğim yazımın devamını ilerleyen günlerde yine bu köşeden okuyabilirsiniz