Okullarda ilk ders zili çaldı.
Bursa için öyle /neşeli çocuk sesleri okulları doldurdu/ minvalinden bir serüvene adım atmadığımızı bildirmekte yarar görüyorum.
Geçtiğimiz hafta karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna değindiğim eğitim camiasında bir adım iyileşme olmadan girdik yeni eğitim öğretim dönemine.
Her şeyden önce bu eğitim öğretim yılında sendikalı öğretmenler ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın dayattığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adlı yeni müfredatın çekişmesine sıklıkla sahne olacağımız açık. Zira sendika üyesi öğretmenler ilk ders olarak, “Çanakkale’den Gazze’ye Vatan Savunması” dersini okutmaktansa laiklik konusuna değinmeyi tercih ettiler.
Bence çok da iyi yaptılar çünkü bu devletin asıl oturması gereken temel laiklik temelidir!
Gazze’de yaşanan insanlık dramı hepimiz için yürek parçalayıcıdır, fakat bu konuda girişimlerde bulunması gerekenler okul sıralarını doldurmuş olan küçücük çocuklar değil, Meclis sıralarını ve hükümet makamlarını doldurmuş olan kocaman yöneticilerdir.
Dolayısıyla müfredatta yeri olmayan böyle bir konunun nedensizce kindar nesil yetiştirme amacına uygun olarak ilk ders şeklinde dayatılması kabul edilebilir bir şey değildir.
Hali hazırda ÇEDES Projesi adı altında pek çok dini cemaat, STK ve vakfa teslim edilen okullarda artık laiklik ilkesinden pek az bahsedileceği ortada. Sendika üyesi öğretmenlerin bu haklı tercihini yürekten destekliyorum.
Pazar günü bir basın toplantısı düzenleyerek Bursa’nın eğitim sorunlarına değinen Hürriyetçi Eğitim Sendikası’nın dile getirdiği şehrin il milli eğitim müdürlerine uzun süredir ulaşılamıyor oluşu da sorunların giderek daha fazla derinleşmesinde çok etkili.
“İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün öğrenci, öğretmen ve okulları ile dertlenen bir yapısı maalesef yoktur!” deniyor açıklamada.
Bursa’da yıkılan okul binalarının halen, söz verildiği halde yapılmadığını, şu an 20’ye yakın okulun, öğretmensiz ve öğrencisinden mahrum bir şekilde yeni eğitim öğretim dönemini karşılamakta olduğunu da yine bu açıklamadan alıntılayarak belirtmiş olalım.
Çocuklarımız nerede?
Tüm Türkiye olarak 20 gündür Narin’e ne olduğu ile dertleniyoruz. Sonunda hepimizin tahmin ettiği acı gerçeği bugün itibariyle öğrendik.
Bir anne olarak yaşadığım üzüntüyü tahmin edersiniz, çünkü bu ülkenin eli vicdanında tüm vatandaşları benimle aynı duyguları paylaşıyor.
Benim bu yükün yanına eklediğim yük ise Narin’in kaybolan ve sosyal medyanın baskısı ile hüzünlü hikayesini bildiğimiz ender çocuklardan biri olduğu gerçeği. Oysa öyle çok Narin var ki, bu biçimde hayatımızdan çıkıp gitmiş ve akıbeti dahi araştırılmamış.
Biz aslında Narin’le birlikte kaybolan adaleti de arıyoruz. Kayıp tüm çocukları arıyoruz. Ailelerinin insafına terk edilen çocukları, tarikat ve cemaatlerde geleceği yok olan çocukları, depremde kaybolan, kaybolduğunu iddia ettiğimiz halde kaybolmadığı iddia edilen, ancak bir türlü bulunamayan çocukları arıyoruz.
Asıl soru şu; ‘Bu çocuklar nasıl kayboluyor?’
Almancı bir ailenin çokça ağlayan bir çocuğu olarak annemin beni büyütürken yaşadığı en büyük korkulardan birinin komşuların sosyal hizmetleri arayarak kendisini şikayet etmeleri olduğunu biliyorum.
Çünkü devlet çocukların tüm haklarına sahip çıkan güçlü bir kuruluş olarak dimdik ayakta duruyor Almanya’da.
Öyle güzelleme olsun diye söylemiyorum. Avrupa’nın bizi gerçekten kıskanması için çocuklarımızı ‘dindar, kindar nesil’ olarak yetiştirme çabası yoluna kurban etmek yerine onlara sahip çıkmamız gerektiğini bildiğimden konuşuyorum.
Verilere göre Avrupa Birliği ülkelerinde her yıl kaybolan çocuk sayısı 250 bin. Bu sayı dünya genelinde 3 milyon.
Zamana vurduğumuzda her iki dakikada bir çocuk kayboluyor!
Gelelim taşı toprağı altın güzel ülkemizin bu konudaki ortalamasına. Türkiye’de yılda ortalama 10 bin, günde ise 32 çocuk kayboluyor. TÜİK verileri her nedense bu konudaki rakamları açıklamayı 2016 yılında bırakmış. Tüm ısrarlara rağmen şimdiye kadar böyle bir veri yayınlanmadı.
Hasılı kelam, Türkiye, kayıp çocuklar ülkesi olma yolunda hızla ilerliyor. Hatta belki başı çekiyor da biz bilmiyoruz, çünkü elimizde veri yok!
Biz Narin’in derdindeyiz haklı olarak, fakat Narin’i aradığımız her gün bir çocuk kayboluyor belki, sessiz sedasız…
Nerede bizim çocuklarımız?
Eğitimine sahip çıkamıyoruz, sağlığına sahip çıkamıyoruz, adaletine sahip çıkamıyoruz bari varlıklarına sahip çıkalım diyoruz, ‘Bizim de bildiğimiz şeyler var, ama söyleyemiyoruz, aileyi tanıyoruz’ diyen devlet büyüklerine tosluyoruz…
Oluyor mu şimdi böyle…