Ülkemizde bir süredir hepimizin iliklerine kadar hissettiği ve hangi köşeyi döndüğümde karşılaşırım korkusu yaşadığı durum; güçlünün güçsüzü ezdiği, orman kanunlarının işlediği, fiziksel ya da duygusal şiddetle kendini gösteren mobbing gerçekliği oldu ne yazık ki…
Adaletin rafa kalktığı durumlarda, makam ve mevkii ile parasıyla ya da sadece fiziksel gücüne dayanarak insanlar birbirine istedikleri davranış biçimleri içinde bulunabileceklerine, kendilerine olan öz saygılarını, dirençlerini, özgürlük hislerini alaşağı ederek bütünüyle boyun eğdirebileceklerine inanıyorlar.
İşin kötü olan tarafı, haklı da çıkıyorlar çoğu zaman…
Güce karşı koymak, direnmek zor, itaat etmek ve kendi iradesi yokmuşçasına başına gelecek şeyleri karşısındakinin ellerine bırakıp sadece dua etmek kolay olan yol…
İşin tam da bu kısmında bu ülkenin en çok takdir ettiğim ve boyun eğmemesi, kendi iradesini ortaya koyarak kendisi için en iyi yolu yine kendisinin seçebileceğinde ayak diremesi ile gözümde değerleri daha da artan kesimi sağlık çalışanları oldu hep…
Malumunuz Sağlık Bakanlığı ‘Beyaz Reform’ adı altında sunduğu iyileştirmeler neticesinde devlet hastanelerindeki doktor kadrolarına hızlı bir dönüş olduğunu duyurmuştu.
Hastalar olarak bu durum karşısında randevu alışlarımızın daha da kolaylaşmasını, her branş doktorunun kendi hastanesinde sürekli hizmet vermesi ile sağlıklı bir hasta doktor ilişkisi geliştirmeyi, doktorumuzun istediği tıbbi görüntüleme sonuçlarını kendisine gösterebilmek için hangi hastanede hangi günler çalıştığına yönelik derin etütler yapmak zorunda kalmamayı bekliyorduk…
Elbette gerçekleşmedi bu beklentilerin hiçbiri…
En son küçük bir çocuğun uzman hekim yokluğu nedeniyle gerekli tedaviyi alamayarak kopan parmağının dikilemediğini öğrendikten sonra, size zaman zaman bu köşeden duyurmaya çalıştığım hekim bilgilerini bir kez daha derlemeye karar verdim…
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, iyi hal belgesi alanların sayısının azaldığını zaman zaman dile getirmesine rağmen, Türk Tabipler Birliği’nin verilerine göre 2023 yılının ilk 8 ayında 1964 sağlık çalışanının yurt dışına gitmek için “iyi hâl belgesi” başvurusunda bulunduğunu bu köşede daha önce yazmıştık zaten…
Dolayısıyla ‘Beyaz Reform’un gözlerinin içine baka baka ‘Giderlerseeee… Gitsinleeeerrr…’ denilen doktorlarda pek de bir işe yaramadığını, bu ilk veriden dakikasında anlamak mümkün. Ancak ben yine de başka rakamlar vermek istiyorum…
Misal, Sağlık Bakanlığı özellikle uzman doktor alımları için kadrolar açıyor, 2023 yılının ilk altı ayı için açılan 2 bin 669 uzman hekim ilanının kaçına atama yapılmış dersiniz? Sadece 39 kadroya atama yapılmış…
Bu demektir ki, 2 bin 630 uzman hekim açığı mevcut en iyi ihtimalle…
Tüm alanlarda toplam 19 bin 252 kişilik kadro açan bakanlık, bu kadroların sadece 6 bin 792 kişisi için atama gerçekleştirebilmiş…
Burada hemen araya girerek küçücük bir tahminde bulunmak istiyorum; atanan doktorların büyük bölümü muhtemelen Almanca ya da İngilizce kursuna gidiyordur ve yeterli dil becerisine kavuştukları anda istikametleri bellidir. Kısacası şimdi bir açığımız var, ileride daha büyük açıklara gebe olan bir açıktan bahsetmekteyiz…
Bakanlık 65-72 yaş arasında 102 kişilik kadro açarak açıkları hafifletmek çabasına da girmiş, ancak mevcut çalışma ve mali koşullar karşısında bu kadrolar da talep görmeyince sadece 11 kişilik atama gerçekleştirebilmiş…
Bahsettiğimiz durum bir sarmalı da beraberinde getiriyor aslına bakarsanız…
Hekim sayısı azaldıkça hastanın hekime erişimi azalıyor, uzman hekimlik ve yan dal hekimlikleri neredeyse yok denecek kadar az, dolayısıyla doğru hekimden tıbbi hizmet almak mucize kabilinden bir şey. Böylece doktor hasta gerginliği artıyor ve sağlıkta zaten hiç önlenmek istenmeyen, hatta vatandaşa bir gelişme, bir ilerleme olarak sunulan şiddet olayları birbiri peşi sıra geliyor, sonra da doktorlar ve doktor adayları, ‘can güvenliğimin olmadığı bir yerde kelle koltukta çalışacağıma daha gelişmiş bir ülkede refah ve huzur içinde yaşarım’ diyerek ülkeyi terk etmeye devam ediyor…
Şimdi başladığımız noktaya bağlayalım meseleyi…
Demek ki, aklı başında, gelişimini doğru ve eksiksiz tamamlamış, ‘ülkenin beyin takımı’ dediğimiz insanlarına pek de sökmüyor öyle güçlünün güçsüzü ezdiği mobbing uygulamaları, astığım astık, kestiğim kestik hal ve hareketler…
Kendilerine bir yol çizen, ezilen değil yaşayan olmayı seçen, bu seçimlerini doğdukları ülkede gerçekleştiremeyeceklerini anlayınca başka ülkelere doğru yelken açan hekimlere tam da bu nedenle kızamıyorum…
Arkalarından içinde kalacağım sağlık cehenneminin farkında olarak; ‘keşke aynı cesareti tüm ülke gösterebilse, kendilerine uygulanan bu güçlünün güçsüzü ezdiği anlayışa karşı çıkabilse’ diyerek el sallıyorum sadece…
*****
NİKAH NEDİR, NEDEN KIYILIR?
Bence bugünün siyasetten ari en önemli konularından biri sosyal medyada yayınlanan, böylesi saçma sapan sözlerin sarf edilmesi için camilerin de alet edildiği, vaaz adı altında geçen şu konuşma;
‘‘Düğünlerde davetiyeye annenin de adı yazılıyor. Ne lüzum var ya. Ne gerek var. Babanın adını yaz kâfi. Eşitlik varmış. Onun da adı yazılacakmış. Niye ilan ediyorsun eşinin adının ne olduğunu aleme. Ne gerek var başkalarının, dostlarının, arkadaşlarının eşinin adının ne olduğunu bilmesine. Ne oluyor sanki böyle olunca? Ecdadımızın titiz davrandığı yönlerden bir tanesi de bu. Yüzünü göstermemişler, elbisesini göstermemişler, adını da saklamışlar’
Kıt kanaat dini bilgimle, dinin bilimle ve güncel yaşamla alakalandırıldığına, yaşamın bazı koşullara bağlanmasını kolaylaştırmak gibi kutsal bir amacı olduğuna olan sonsuz inancımla açıklamak isterim bakış açımı…
Bir, nikah nedir?
İki, neden kıyılır?
Küçük bir araştırma ile dahi karşınıza şöyle bir bilgi çıkar;
‘İslami kaynaklara göre düğün ziyafeti müekked bir sünnettir. Rasülullah (s.a.s.) bizzat düğün yemeği (velîmet-ül Urs) vermiş, verilmesini de emretmişlerdir. Bu emir sebebiyledir ki, İslam alimleri düğün davetinin vacip olduğunu, davette dini bir sakınca söz konusu olmadığı takdirde bu davete katılmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir.’
Çünkü nikah ve düğün evlendiğin kişinin kim olduğunu içinde yaşadığın topluluğa ilan etmektir.
Vakti zamanında evlenirken nikah kıyıp, düğün yapıp evlendiğini dünya aleme duyurduğun kişinin adını sonradan niye saklayacaksın?
Evlenirken davulla zurnayla kiminle evlendiğini ilan eden İslam alimleri neden evlendikleri kişinin adını gizlemiş olsun?
Siz aradan yıllar geçtikten sonra tüm bu zırvaları uydurmaya neden gerek duyuyor olabilirsiniz?
Soruya soruyla yanıt vermek gibi oldu biraz, ama cahilliğime verin…
Konuyla ilgili söylenecek çok söz var, benimse bu sözleri sarf etmek için nezaket kurallarına uymak konusunda çaba harcayacak enerjim yok…