Daha birkaç gün önce Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünü hasretle andık ve Türkiye’nin geriye doğru gidişi için atılan ilk adımın Köy Enstitülerinin kapatılması olduğunu dile getirdik eğitimle biraz ilgilenen kişiler olarak.
Çünkü biliyoruz ki, bir toplumun kalkınmaya başlaması için iyi eğitimli nesiller yetiştirmeye başlaması lazım. Dışa bağımlı toplumlar bağımlı oldukları ‘dış’ ne kadar izin verirse o kadar kalkınabilirler, bunun dışındaki çabaların hepsi boş ve gereksiz teferruattan ibarettir.
Ülkenin en küçük hücrelerine, en ücra köylerine kadar gitmeyi ve tüm halkı hızla eğitmeyi amaçlayan, üzerinde çokça düşünülmüş ve uygulama konusunda da ciddi başarı yakalamış, halkı tarım bilgisinden müzikle haşır neşir olmaya kadar pek çok alanda eğitimli hale getirmiş Köy Enstitülerini kapattığımızda, ülkenin hızlı ilerleyişinden endişe duyanlar bir miktar da olsa rahatlamıştır eminim.
Bundan sonra da zaten eğitim alanında hiç sebat edemedik.
Kısıtlı imkanlarla sürdürülen eğitim çabaları önceleri tüm halkı kapsamadığı için eğitimli insanlar-eğitimsiz insanlar olarak bir ayırım yarattı, ardından eğitim kadromuz genişleyince yaygınlaşan eğitimden faydalanma düzeyi sürekli değişen müfredat ve eğitim sistemi sayesinde minimum düzeye indirildi.
Öyle sık değişti ki müfredat ve eğitim sistemi, aynı eğitim yılı içinde sistemin iki kez değiştiğini dahi gördü bu ülkenin benim gibi düzenle boğuşmak zorunda kalan velileri.
Giderek bilimsellikten uzaklaşıldı, hantal eğitim yapısının altında çocuklar, veliler ve öğretmenler ezildi. Bir yandan da laik eğitim sisteminin içine dinin iyice işlemesi için yapılan planlar devreye sokuldu.
Artık hangi eğitimi kimin verdiğinin dahi bilinmediği bir karmaşanın içindeyiz.
Bir yanda atama bekleyen eğitimciler, diğer yanda eğitim düzeyi belli olmayan, ama okullarda çocuklarımıza pek çok süslü isimler altında dini ve ruhani eğitimler veren tarikat ve cemaat üyeleri…
Şimdi de bir süredir ufaktan yolu yapılan, yeni eğitim yılının başında çalışmalarına başlandığı duyurulan müfredatın sadeleştirilmesi çalışmaları var gündemimizde…
Yeni sistemin adı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’
Koskoca bir yüzyılı sahiplenmeye kalkıştığımız, bu kalkışmanın içini dolduracak hiçbir icraatımızın olmadığı yetmezmiş gibi bir de bu yüzyıla uygun eğitim modeli geliştiriyoruz, fakat adına ‘eğitim modeli’ dahi diyemiyoruz da ‘maarif’ diyoruz. Daha bu konuda bile bir içimize sinmemişlik hakimken, modelin içinde neler olduğunu sormaya cesaret bulamıyorum kendimde.
Elbette dünyanın geliştiğini, değiştiğini, bizim televizyonsuz evlere doğduğumuz günlerin çok dışında, üç saniyede bir önlerine gelen görsellerle algılama biçimleri dahi deforme olan ya da güncellenen çocuklarımızın bizim öğrendiğimiz gibi öğrenemeyeceğini, bizim bilmemiz gereken şeyleri bilmelerinin de gerekli olmadığını anlayabiliyorum.
İlk etapta bakıldığında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de;
“Çocuklarımızın ileriye daha güvenle bakabilecekleri, kendilerini daha iyi geliştirebilecekleri ve elde ettikleri bilgileri, hayallerini geliştirecek, hayata geçirebilecekleri bir ortam oluşturabilmek hedefimiz. Buradan hareketle birinci felsefemiz, eğitim sistemimizin felsefesini bilgiye erişmekten ziyade, beceri kazandırarak eriştikleri bilgiyi analiz edebilecek ve bu hayallerinin gelişmesine katkıda bulunacak hale getirmek. Dolayısıyla müfredat çalışmalarının ana ekseni bu. Yani özüne, değerlerine bağlı, ama dünyadaki örnekleriyle rekabet edebilen çocuklarımızın kendi hayallerini geliştirebilmelerini istiyoruz. Önümüzdeki yüzyılı, ‘Türkiye Yüzyılı’ haline dönüştürmek için çocuklardan hayal kurabilmelerini arzu ediyoruz. Müfredatımız dolayısıyla bu iki eksene oturuyor” derken pek süslü ve duymak istediğimiz cümleler kuruyor, fakat aynı okulların içinde ÇEDES Projesi adı altında cemaat ve tarikatların yuvalandığı vakıflarla işbirliği yapıldığını bilince insan, inanası da gelmiyor söylenenlere.
Dünyada ne öğretiliyorsa bunun müfredatta bulunduğunu, bunun dışındakilerin ise ilerleyen eğitim süreçleri olan ön lisans, lisans, lisansüstü eğitime aktarılmasının da seyreltme anlamına geldiğini söyleyerek bizleri aydınlatıyor Sayın Bakan.
Açıklamasında kullandığı cümleler tam olarak şöyle;
“Aylık rutin öğretmenler odası buluşmalarında, müfredatı yetiştirebilmek için haftalık ders saatlerinin artırılması gerektiği yönünde görüşler geliyor öğretmenlerden. Bunları üst üste koyduğumuz zaman da ortalama 60-70 saat haftalık ders yükü olması gerekiyor. Şimdi bu mümkün olmadığına göre yapılması gereken şey belli. Biz bu anlamda müfredatımızı, programlarımızı ciddi bir seyreltme sürecine de tabi tuttuk. Tekrarlanan bilgilerin çıkartılmasına dikkat ettik. Aynı konuları 12 yıllık zorunlu eğitim içerisinde 3-4 defa veya daha fazla tekrarlamanın çok bir anlamı yok. Çocuklarımızın akademik yetkinliklerinin veya akademik pozisyonlarının üstünde almakta zorlanabilecekleri bilgileri çocuklarımızla paylaşmanın da bir anlamı yok. Bütün bunları göz önünde bulundurarak müfredatta yüzde 35’lik bir seyreltme içerisine girdik”
İşin bundan sonrasını eğitimcilerden dinleyeceğiz…
Yeni müfredatın bir haftalık askı süresi var ve eğitimle ilgilenen herkes şimdiden didik didik etmeye başladı bile askıya çıkan çalışmayı.
Bakalım nerede neler bulunacak…