Adeta bir gündem kovalamacasının içine düştük son günlerde basın mensupları olarak. Sanki İstanbul’un, Ankara’nın tüm kaynakları kurumuş tükenmiş, kaynak arayışı Bursa’da sürüyor ve bu durum da pek çok yanlışı beraberinde getiriyor, havası asılı Uludağ sırtlarında.
Biz kamu kaynakları üzerinden yürütülen böyle bir çabanın ucunu tutmaya çalışırken, şehrin diğer gündem konuları da kendinden bağımsız biçimde akıp gidiyor. Okulların açılmasının giderek yaklaştığı, kayıt döneminin başladığı bu günlerde pek çok evin en önemli meselesi elbette ‘kayıt parası!’
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, kendisinden önceki tüm Milli Eğitim Bakanları gibi üzerine düşen görevi yerine getirerek, “Kesinlikle okula kayıtlarda bağış alınmayacak” açıklamasını günler öncesinden yaptı.
Ben de bu açıklamayı yüzümde bir acı tebessümle izledim. Tüm veliler gibi.
Şu ülkenin eğitim sisteminde bir çocuğu üniversitede, bir çocuğu lisede olan veliler ‘kayıt parası’ kavramına ne kadar hakimse o kadar hakimim konuya. Hatta benim, okulların çaresizliğine ilişkin daha fazla bilgim olduğunu düşünüyorum.
Çocuklarımın eğitimleri sürecinde okullarına hep bağışta bulunduğumu, bunu okulların durumunu bildiğim, maddi imkanım olduğu ve kendim istediğim için yaptığımı da burada belirtmek isterim.
Yıllar önce, büyük kızımın ilkokul kaydı esnasında yaşadığım ironi meseleyi tam olarak özetleyecektir sanırım.
Okul müdürünün odasındaki televizyondan dönemin bakanı ‘Kayıt parası kesinlikle alınmayacaktır’ açıklaması yaparken, müdür beyin faksına bakanlıktan gelen mesajda ‘Okul giderlerinin velilerden alınacak bağışlarla karşılanmasına…’ ibaresi yer alıyordu.
Şimdi de durum tam olarak bu.
Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi Başkanı Yeliz Toy da bu konuda yaptığı açıklamalarla beni destekliyor. Okul ihtiyaçlarının Bakanlık tarafından karşılanamaması nedeniyle mevcut sorunun çözülemediğini söyleyen Toy;
“Tavşana kaç, tazıya tut diyorlar. Bakan Bey velilere ‘yasal değil, para vermeyin’ diyor. Ama öbür taraftan hükümet yeterli ödenek göndermiyor. Oysa eğitim anayasal bir haktır ve tüm öğrencilerin eğitimden eşit bir şekilde yararlanması gerekir. Fakat okul idarecileri, okullardaki ihtiyaçları gidermek için bu yöntemi tercih ediyorlar, çünkü okulların yeterli ödeneği yok!” diyor.
İşte benim yaşadığım ironik resmin özeti.
Eğitimde sorun skalası hayli geniş, CHP Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili Lale Karabıyık, bir soru önergesi ile TBMM tutanaklarına geçmesini sağladığı sorularda;
“1. MEB’in ihtiyacı olan 100 bin öğretmen ataması ne zaman yapılacaktır?
- Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik sistemi ne zaman sonlandırılacaktır?” diye soruyor.
Resmi verilere göre, ülkemizde yaklaşık 100 bin öğretmen açığı var. Bakanlık Eylül ayında 20 bin sözleşmeli öğretmenin göreve başlamasını planlıyor.
Tablo ortada. Öğretmen sayısı yetersiz üstelik öğretmenleri halen ‘sözleşmeli’ olarak çalıştırmaya devam ediyorsunuz! Bir de bunu müjde olarak duyuruyorsunuz!
Milli eğitimin hap kadar bütçesi kendine yetmezken, bu bütçeden hala vakıflara oluk oluk para aktarıyorsunuz!
Pes…
İşin bu kısmını da bir kenara koyduk diyelim. Sağlık sistemi öyle bir hale geldi ki, kamu hastanelerinden sağlık kurulu raporu için randevu alamayan, özellikle ataması yapılan öğretmenler, Polis Akademisi gibi okullara kayıt yaptıracak öğrencilerin şikayetleri ayyuka çıktı.
Konuya bir açıklık getiren CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özkan;
“Vatandaşların hekim randevusu dahi alamadığı mevcut durumda, hekimlerin sayısının azalması nedeniyle poliklinik randevuları 6 ay sonraya verilmeye başlandı. Sistem kilitlenme noktasına gelmiştir!” diyor.
Özkan’ın sağlık raporlarının alımını kolaylaştırmak konusundaki önerisi ise bu dönemlerde özel sağlık kuruluşları ve Aile Sağlığı Merkezleri’nden alınacak raporların geçerli sayılması yönünde.
Şehrin toprak paylaşımından başımı kaldırıp şöyle bir bakındığımda gördüğüm manzara bu.
Her yeri ayrı güzel ülkemde her cephe ayrı hüzünlü…