Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Eğitsek mi, eğitmesek mi?

Üniversite sınav sonuçları açıklandığından bu yana yakın ve uzak çevremde sürekli olarak konuşulan konu sınav sonucuna göre bir biçimde bir üniversitenin bir bölümüne yerleşme hakkı kazanmış çocukların aileleri tarafından nasıl okutulacağı, daha da önemlisi bu okuma işlemini gerçekleştirmek için gerekli olan barınmanın nasıl sağlanacağı oluyor…

Değinmeden olmaz…

Bir yakınımın kızı Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni kazanınca ev kiralarının el yaktığı gerçekliğinin yanında barınma sorununun da dağları aştığını öğrenmiş olduk.

Bizim zamanımızda da öğrenci olarak ev kiralamak ve özel yurt seçeneği vardı. Ancak en azından eğitim hayatının bir bölümünü mutlaka devlet yurdunda geçirirdi üniversite öğrencileri.

Günümüz gerçekliğinde üniversite okuyan öğrenci sayısı boyumuzu aşmış, devlet yurdu kapasitesi sınıfta kalmış, hatta bazı üniversitelerin oldukları bölgelerde devlet yurdu bulunmuyorken, benim üniversite okuduğum dönemdeki gibi eğitim hayatının en azından birkaç yılını devlet yurdunda geçirerek aile bütçesini rahatlama olanağı yok öğrencilerin.

Hemen belirtelim Kütahya’da iki oda bir salon evin kirası 6 bin lira…

Hatırlatayım, en düşük emekli maaşı 7 bin 500 lira…

Anneler babalar çoktan yollara düştüler. Bir yandan üniversite kaydı oluşturmaya, diğer yandan çocukları için kalacak güvenli bir yerleşim yeri bulmaya çabalıyorlar.

Dar gelirli vatandaş için üniversite öğrencilerine verilen burslar bir çare olur mu sorusu geliyor akıllara, ama 2023 eğitim yılı için 1250 lira olan KYK bursunu gündeme getiren CHP’li Deniz Demir’in açıklamasına kulak verdiğimizde öğrencilerin bu bursla memleketlerine gidiş dönüş otobüs bileti dahi alamadıklarını görüyoruz.

Sadece barıma koşulları değişmiş değil, üniversitelerin çeşitliliği de değişmiş aradan geçen zamanda.

Bizim dönemimizde sadece devlet üniversiteleri vardı, gündüz eğitim veren ve pek çoğu devam mecburiyeti olan kurumlardı bu üniversiteler. Üniversitelerin her bölümünde kendi alanında uzmanlaşmış profesörler olurdu. Derslerin önemli bir bölümüne de bu hocalar girerler, geniş salonlu sınıflarda ilgiyle onları izleyen biz tıfıl gençleri bilgi sahibi olmak ne demekmiş konusunda detaylıca aydınlatırlardı.

Ülkenin entelektüel, okumuş yazmış, yetişmiş beyinleriydi bu hocalar…

Şimdi üniversiteler gündüz eğitim dışında akşam eğitim veren bölümleri ile birlikte bir de online, yani uzaktan eğitim veren bölümleri ile de öğrencilerin hizmetindeler. Elbette vakıf üniversiteleri de var tabii. Tamamen özel olan, yıllık ödemeleri dudak uçuklatan, ama puanı daha düşük, konforu daha yüksek üniversiteler.

Hooooppp… Bu yıl bir de 34 yaş ve üzerinde olan, şimdiye kadar üniversite sınavına girmemiş kadınlara açılan kontenjanlar meselesi var ki, evirip çevirip hiçbir yere koyamadım bu ayrıntıyı.

Neden 34 yaş ve üzeri? Neden hiç üniversite sınavına girmemiş olma şartı? Hepsinden önemlisi, neden bu iltimaslı durum?

Bu tabloya baktığımda devletin bir biçimde gençlerin eğitim hayatının içindeki varlığı sürsün diye büyük çaba harcadığını görüyorum, ama bunun sonucu nereye varır onu göremiyorum…

Çünkü 6 bin lira kira ile ev tutarak okutmaya çalıştığımız, tüm masrafları ile birlikte bize aylık eğitim maliyeti asgari ücretin çok üzerinde olacak çocuğumuz, yarın öbür gün işe başladığında asgari ücretle çalışacak!

Aynı çocuk lise mezuniyetinden sonra fabrikada vasıfsız eleman olarak çalışmaya başlasa da asgari ücret alacak. Hatta sendikalı falan olursa ya da bir makinenin kullanımında ustalaşırsa iyi bir gelir sahibi olma ihtimalinin de kapısını aralayacak…

Eeee… Hani bu işin karı?

Ben üniversitede çocuk okutma işinin orasından burasından çekiştirirken, AK Partili Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de boş durmamış ve Serbestiyet’te ‘Eğitim S.O.S. veriyor’ başlıklı bir yazı yazarak;

“Benim dönemimde yüzde 51 olan memnuniyet oranı yüzde 21’lere düştü. Rektörler, çoğunlukla liyakat ve ehliyete göre değil, biat ve sadakate göre atanıyor. Bilimsel araştırma alanında İran’ın bile gerisindeyiz!” demiş…

Meseleyi sürekli değişen bakanların her değişimde personel değiştirmesine bağlıyor Çelik ve bunu yaparken de çok daha acı bir gerçekliği dile getiriyor;

“Bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nın kurumsal hafızası olan binlerce yetişmiş eğitim yöneticisi, sonbaharda dökülen gazeller gibi ‘havuza’ dökülmüş durumda. Bu insanlar elini soğuk sudan sıcak suya koymadan, çoğunlukla da evde oturarak maaş alıyor. Artık maaş almak için bankamatiğe gitmeye bile gerek yok. Hesaba yatırılır yaptırılmaz mobil telefon aracılığıyla maaş kullanıma hazır. Zaten artık onların adı ‘Havuz’ personelidir.

Eskiden, üst düzey bürokratlar görevden alındığı zaman APK uzmanı olarak atanıyordu. Her bakanlığın APK birimi, o zaman bankamatik elemanları ile dolu idi. APK’nın açılımı ‘Araştırma, Planlama ve Koordinasyon’ idi, ama uygulamada bu ‘Al Paranı Kaybol’ anlamına geliyordu. Artık APK diye bir birim yok. Şimdi görevden alınanlar ‘araştırmacı’ olarak atanıyor!”

Ülkemizde kaç kişi bu durumda acaba?

Şimdi gelin kısaca özetleyelim; her ay en az bir asgari ücret harcayarak okutmaya çalıştığımız çocuğumuz önümüzdeki süreçte büyük ihtimalle asgari ücretle ya da asgari ücretin biraz üzerinde bir maaşla çalışmaya mahkum hale gelecek, çünkü kendisi gibi üniversite mezunu çok sayıda genç var.

Bu arada devlet ne yapıyor? Her yeni bakan atamasıyla bir kez daha tüm kurumların içini liyakate bağlı olmadan boşaltıyor ve eski zamanın ‘bankamatik memuru’ diye adlandırdığı memurlar yığınına hızla yenilerini ekliyor.

Bizler ülkemizin katma değer üretmesine izin verilmeyen memurlarına her ay tıkır tıkır maaşlarını öderken, bozulan eğitim sisteminin ve yaşanan ucuz işçiliğin acısını çekiyoruz.

Ülkemiz ise bu darboğazdan kurtulmak ve aldığı eğitimin kıymetini bilecek ülkelere gidebilmek için birbiriyle yarışan genç beyinler ülkesi olarak anılır hale geliyor.

Yetişmiş insan göçü verdiğimiz, eğitimsiz insan göçü aldığımız, daha önce de yazdığımız gibi içi boşaltılmış bir ülke olmaya doğru hızla gidiyoruz…

Üniversite eğitiminden nerelere geldik. Zamanında derslerine girme şerefine de nail olduğum, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın anlatımları gibi oldu.

Nerede başladık, nerede bitirdik…

HABERLER