Bugün önemli bir gün! Ülkece ‘Nas varken sana bana ne oluyor’ cümlesiyle çıktığımız yolun, ‘Hazine ve Maliye Bakanımızın adımlarını süratle, rahatlıkla Merkez Bankası’yla atmasını kabullendik’ cümlesiyle son bulduğu gündeyiz.
Mutlu muyuz?
Enteresan bir gün olduğu için, içinde bulunduğumuz durumdan mevcut faiz artırımı kararlarını alanlar dahil kimsenin mutlu olmadığını söyleyerek başlamak lazım gibi…
Benim gibi sade vatandaşın mutsuzluğu ise piyasaların hakimleri ve beklenti içinde olan iş dünyasından çok daha farklı.
Ben, yaşadığımız sürecin benim gibi emeği ile geçinenlere neler kazandırdığını ve neler kaybettirdiğini anlatmak istiyorum dilim döndüğünce…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Bunlar anlamaz… Ben ekonomistim…’ diye başlayan cümlesi ile birlikte ülkemize has, yepyeni bir ekonomik sistemi uygulamaya çalıştığını hepimiz biliyoruz artık.
Düşük faiz sistemi, üretim ve ihracatla birlikte cari dengede fazla verilmesini öngören; ‘Türkiye ekonomi modeli’ adı verilen, tıpkı kendimize has, partili ve çok geniş yetkili Cumhurbaşkanı ile yönetilme modeli gibi bize has olacağını iddia ettiğimiz bir sistem bu.
Ülkemizdeki ve hatta dünyadaki ekonomistlerin ekonomik gerçeklere uymadığını defalarca dile getirdiği sisteme göre, cari dengede fazla verilerek ülkeye giren döviz miktarındaki artış ve bunun sonucunda enflasyonun düşürülmesi hedefleniyordu.
Hikayenin en başında;
“Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak nas neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim” diyen Erdoğan’ın sözleriyle birlikte gereken talimatı alan, talimatları uygulamadığı durumlarda da ‘söz dinlemiyordu, değiştirdik’ denilen Merkez Bankası başkanlarının aldığı kararlar kur krizini tetikledi, uygulanan faiz indirimi enflasyonist baskıyı artırdı.
Biz daha neyin ne olduğunu anlamadan günde iki kez değişen fiyat etiketlerinin yanında bizimle aynı endişeyi paylaşan doların da yükselişine tanıklık ettik.
Yıllık enflasyon güvenilirlik oranı yerlerde gezen TÜİK verilerine göre dahi Ekim 2022’de yüzde 85.51’e yükselerek rekor kırdı.
Merkez Bankası’nın rezervlerinin eksiye düştüğünü duyduk, ama sade vatandaş olarak bundan pek de bir şey anlamadık.
Bizim anladığımız kısım, bir yandan dövizin bir yandan da fiyat etiketlerinin sürekli arttığı bölümdü. Cebimizdeki para ile giderek daha az şey alır olduk, hayat giderek daha da zorlaştı ve biz dalgaların arasında boğulmamak için kafasını yukarıda tutmaya çalışan acemi yüzücüler gibi pek az çaba gösterdik…
Tam da bu süreçte paradan para kazanma devri de başlamış oldu. Üretimden daha çok kazandırdığı kesindi bahsi geçen yöntemin.
Şöyle ki;
Bankalar, bu enflasyon oranında aldığı parayı yüzde 27 faizle kredi olarak dağıtırken, bu oranlarla kredi alabilen yatırımcı ve ihracatçı ise, enflasyon oranı üzerinde, yüzde 60’la karlı çıktı. Böylece yeni sisteminin kazananları bankalar ve bu faizlerle kredi çekebilen şirketler oldu.
Krizin adı olmasa da tadı kaldı damağımızda…
Gelir dağılımında makas öylesine açıldı ki, emeğin büyüme içindeki payı 2016’dan bu yana yaşanan en sert düşüşe sahne oldu.
2016 yılında Gayrisafi Yurt İçi Hasılada yıllık yüzde 36,3 olan emeğin payı 2022’de yüzde 26,5’e düşerken, sermaye payı 2016’da yüzde 47,5 iken, 2022’de yüzde 54,5’e yükseldi.
Aradaki makasın açılmasının aslında pek de istenen bir durum olmadığını birlikte yaşama ve çalışma barışını ciddi anlamda etkileyeceğini vurgulamak isterim. Tüm ekonomik ve sosyolojik tahminlerin sonuçları bunu gösterir…
Ama biz bu tahlilleri falan pek umursamadığımızdan, yani öyle bir ülke olmadığımızdan, tüm sistemlerimiz de kendimize has olduğundan, meseleyi anlatmaya devam edeyim en iyisi…
Son olarak geçmiş dönem Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’den öyle bir açıklama geldi ki, evlere şenlik; “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor”
Pekiii… Oldu o zaman…
Bizdeki tüm kabullenişlere rağmen, çünkü bu işe sesini çıkaran, öyle sokaklara dökülen, ‘Biz açız, sokaktan, çöpten yiyecek topluyoruz, bu ülkede açlıktan çocuklar ölüyor!’ diyen kimse olmadı benim bildiğim.
Aynı şey Avrupa’da herhangi bir ülkede olsa taş üstünde taş kalmazdı, hatta dünyanın başka herhangi bir ülkesinde yaşansa bunlar, ortalık savaş alanına dönerdi de…
Bizde olmaz öyle şeyler…
Kan kusar kızılcık şerbeti içtik deriz biz, öylede bir toplumuz işte…
Gelinen noktada faiz birazcık artırıldı, piyasalar bu artışı pek beğenmedi, yanında dolar da artış eğilimine girdi, falan filan…
Biz bunları umursayacak bir millet miyiz?
Elbette hayır…
Bundan sonra olacak olanlar da çok belli aslında. Kabaca bir değinmek isterim…
Neoliberal denilen ekonomi politikalarına geri dönülmüş oldu, yani ucuz kredi dönemi bitti. Bunun faturasını bilin bakalım kim ödeyecek?
Elbette emekçi…
Bu işin başından beri reddettiğimiz kanunlar böyle diyor…
27 ay sonra geldiğimiz noktada, ülkece refaha ulaşamadan, işçi kıyımlarının ve gelir adaletsizliğinin daha da büyüyeceği bir sürece daha merhaba dedik…
Hay maşallah…
Şimdi ekonomideki bütün göstergeleri altüst eden müthiş modelimiz, yerini yüksek faizin devreye girdiği neoliberal ekonomi politikalarına bırakacak. Ucuz krediye ulaşma dönemi biten iş dünyası ve patronların yeni dönemin faturasını, kime keseceğini ise omuzlarımızın üzerinde taşıdığımız ‘kafa’ olarak tabir edilen kütlenin bir bölümünü kaplayan organı çalıştırarak bulabileceğinizi düşünüyorum…
Ya da boş verin en iyisi ya…
Alnımıza ne yazıldıysa onu görüyoruz nasılsa…