Ben ve Bursa küçükken, bu şehrin lakabı; ‘Yeşil Bursa’ iken, bu şehrin ekonomisini ‘küçük esnaf şehri’ cümlesi tanımlardı. Pek güzel pek şirindi o zamanlar.
Sonra Bursa’nın aslında İstanbul’a ne kadar da yakın olduğu, İstanbul’un hem ticaret hem de sanayi anlamında yaşadığı doygunluğun şehri nefes alamaz hale getirmesinin tek çözümünün şehri boşaltmak olduğu ve bunu yaparken de İstanbul’a yakın, aynı zamanda İstanbul’a benzeyen yerlerin seçilmesinin işi kolaylaştıracağı keşfedildi.
Bir yandan deniz ulaşımı kolaylaştırıldı, bir yandan kara yolu ulaşımı kolaylaştırıldı.
Sonuç olarak İstanbul ve Bursa adeta birbirine yapıştırıldı, İstanbul’un fazlalıkları da Bursa’ya boşaltılmaya başlandı.
Pek çok yerli ve yabancı büyük ölçekli yatırımcının fabrika kurduğu Bursa artık bir küçük esnaf şehri olmaktan çıktı, işçi şehri oldu.
Fakat nedense bu işçi şehri olma unvanını bir türlü içine sindiremedi. Tam kalabalık işçi mitingleri yapılmaya, örgütlü mücadelenin temelleri kuvvetle atılmaya başlanmıştı ki, AK Parti iktidarı ile birlikte her şey tarihin tozlu sayfalarına kaldırıldı.
Zaten sadece Bursa değil İstanbul da işçi bayramlarını eski coşku ve heyecanla kutlayamaz oldu.
Kısacası tüm şehirler ve tüm şehirlerdeki emekçiler elleri böğürlerinde hayalleriyle baş başa kaldılar.
Bugün aslında tam da bu durumu özetleyen ve meslektaşımız İbrahim Öge’nin ‘Tüm hak kayıpları yaşanırken siz neredeydiniz?’ sorusuna Türk-İş Bursa 8. Bölge Temsilcisi Ruhi Biçer’in;
“Biz aslında verdiğimiz büyük mücadeleler ile elimizde ancak bu kadarını tutabildik haklarımızın!” cümlesi bence toplantının en çarpıcı cümlesiydi.
Süreçte neler olup bittiğine ilişkin, ‘hiçbir şey olmasa bile mutlaka bir şeyler olmuştur’ saçmalığında açıklamalar getirebiliriz muhtemelen pek çoğumuz. Kaynar suya su soğukken atılan ve şimdilerde derimizin kaynamaktan yüzülme noktasına geldiğini hissettiğimiz aşamayı yaşayan kurbağalar gibiyiz zira. Beyin yanmanın telaşında bir şeyleri açıklamaya çalışıyor, beden hissizleşmiş, açıklamaya müsaade edecek mecali kalmamış…
Hal böyleyken ülkenin örgütlülük ortalamasının yüzde 22 altında bir sendikal örgütlülüğü olan gazetecilik iş kolunda çalışan birinin size bunları anlatıyor olması daha da ironik, ama onu açıklayacak ‘terzi kendi söküğünü dikemezmiş’ gibi sığınmacı bir sözüm cebimde hazır.
Ruhi Biçer’in özetlediği tablodan şöyle bir anlam da çıkıyor aslında; Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK’yı bir torbaya koyup esnafın ve çiftçinin bir anda geniş kitleler halinde emekli olmasını sağlayan imkanları temellendirdikten sonra, emekli olmanın bedelini çalıştığı her gün milim milim ödeyen işçinin sırtına ciddi bir yükün bindiğini ve şu anda 0.6 çiftçinin çalışmasının karşılığında 1 çiftçiye emekli maaşının ödendiğini söyleyebiliriz. Oysa ülkenin sırtında büyük bir kambur olduğunun altı defalarca çizilen EYT’nin ardından dahi 2 işçinin çalışması karşılığında bir işçiye emekli maaşı ödenir durumda TÜİK verilerine göre. Buradan bakıldığında işçi aktif-pasif oranı konusunda Almanya ile aynı oranı paylaşıyoruz. Ama temel bir fark var aramızda, misal Almanya’da 2021 yılında çalışan sayısı 44 milyon kişiyken ülkemizde aynı yıl çalışan sayası sadece 24 milyon. Türkiye’de iş gücüne katılım çok düşük.
Şimdi gelelim ‘Ekonomik krizin nedeni biz değiliz’ diyerek alanlara çıkan ve bu kez işçi kenti Bursa’ya hak ettiği değeri merkezi hükümetten önce vermeye kararlı olan, 1 Mayıs’ın merkezi kutlama adresi olarak Bursa’yı belirleyen Türk-iş’in alanlarda neler isteyeceğine.
Bu yılın mesajı ‘Vergide adalet!’
Son derece önemli bir mesaj, zira ülkemizde gelir vergisi az kazanandan çok, çok kazanandan az, daha da çok kazanandan hiç alınmamak üzere kurgulanmış gibi duruyor.
“6 buçuk milyar dolara denk gelen paranın Merkez Bankasından çekilmesinin sebebi bizler değiliz. En son tarihinde ilk kez bu kadar büyük zarar açıklayan Merkez Bankasının 800 küsur milyarlık zarar etmesinin sebebi de bizler değiliz. Bunların sebebi kimlerse bedelini de onlar ödemek zorunda. Vergide adalet yok. Bizim maaşlarımızdan çatır çatır kesip alıyorlar ve bunun sorumlusu biz değiliz. Onun için birinci konumuz alanlarda 1 Mayıs’ta vergideki adaletsizlik olacak” diyor Ruhi Biçer.
Elbette vergide adalet ilk talep bunun dışında tökezlediğimiz tüm alanlarda talepler yığılmış durumda. Belki de uzun bir aradan sonra ilk kez ülkenin en çok oy alan partisi olarak CHP’yi gördüğümüzden alanlarda taleplerin sıralanması ile ilgili bir endişe duymadan yola çıkma planı yapılmış görünüyor.
“Sağlıkta hizmet istiyoruz. SGK’da 2 saat ilaç kuyruğundan kurtuldum diye sevinenlerin bugün o sevinçlerini 6 ayda randevu alamayıp 1.5 yılda tahlil için sırada bekleyenlerin daha yüksek sesle konuşmasını istiyoruz. Bunların sebebi biz değiliz. Eğitimde eşitlik istiyoruz. Eğitimde adalet istiyoruz. Düne kadar ücretlerimiz belli bir noktadaydı. Alım gücümüz farklıydı. Bir sürü arkadaşımızın, çalışan emekçinin çoluğu çocuğu özel okullara gidebiliyordu. Maalesef şu anda devlet yurdu bulamayan bir üniversite öğrencisini bile okutmak artık çok zor duruma geldi. Eğitimde adalet istiyoruz. Adalet terazisinin herkese eşit davranmasını istiyoruz. Tarikatlardaki müritlere göre, vakıflardaki yardımlara göre kişilerin yaptıkları suçların bedeli belirlenmesin. İş sağlığı ve güvenliğine daha fazla önem verilmesini, iş cinayetlerinin sona ermesini istiyoruz!” diyerek sıralıyor Türk-İş 8. Bölge Temsilcisi diğer taleplerini.
Tüm bu talepler bu köşeden sıklıkla dile getirdiğimiz haksızlıkların da temelini oluşturuyor aslında. Elbette hepimiz bu ülkenin çalışanları, emek verenleri, emek verenlerinin yakınları olarak talep ediyoruz bunları.
Anlaşılan bu yıl 1 Mayıs Bursa’da daha bir şenlikli geçecek.
Türk-İş’in kutlamaların merkezi olarak Bursa’yı seçmesi ile birlikte iki ayrı kutlama gerçekleşecek şehirde. Sabah saatlerinde FSM’de işçilerle birlikte emeğin değerini haykırıp öğle saatleri itibariyle eski Atatürk Stadyumunda toplanan korteje katılarak Kent Meydanındaki konserle günü noktalamak gibi bir alternatif sunuyor bu şehir biz emekçilere.
Belki de tarihinde ilk kez Bursa’da emeğin yumruğu havada olacak bütün gün…