Birkaç gündür ülke beşik gibi sallanıyor. Bursa için de alarm zillerinin çaldığını yıllardır söylüyoruz. Nedense söylendiği ilk anlarda ciddi bir etki yaratan, hemen ardından ise havada asılı kalıp hiç söylenmemiş gibi yapılan bir konu olarak öylece aramızda duruyor Türkiye’nin bir deprem kuşağı üzerinde bulunduğu, aktif fay hatlarının en yoğun olduğu ülkeler arasında yer aldığı gerçeği.
Malatya korkuttu bizi. Zaten büyük bir felaketin içinden çıkmaya çalışan şehirde yaşanan sarsıntılar birçok ilden de hissedildi. Şimdi de Sivas aynı korkuyu yaşadı. Yerin altındaki kırılmalar yavaş yavaş ilerliyor, yerin üstü huşu içinde Allah’a teslim olmuş kullar gibi sallanıyor…
Gerçekliğimize geri döndüğümüzde rakamlar karşılıyor bizi. Ülke nüfusunun yüzde 71 gibi bir oranı, topraklarımızın yüzde 66’sı aktif fay hatları üzerinde. 24 bin 500 kilometre canlı fay hattımız mevcut!
Kolay değil…
Dünyanın var oluşundan bu yana seyrettiğimiz pek çok doğal güzelliğin oluşmasına, yaşadığımız ovaların varlığına, serinlediğimiz yaylaların doğuşuna sebep olan yerin altındaki sürekli oynaklık, yani deprem aslında. İnsan oğlunun karşısında aciz kaldığı pek az şey var günümüzde, bunlardan birin doğa olayları olarak genelleyebiliriz, diğerini de ölüm olarak özelleştirmek mümkün.
Oluşumları karşısında aciz kaldığımız bu tabi olayların oluştukları esnada zarar vermelerinin önüne geçmek mümkün ya da ölüm gibi bir gerçeklikle olabilecek en geç sürede karşılaşmak için gerekli tedbirleri almak, sağlık hizmetlerinden yararlanmak söz konusu.
Bahsettiğimiz doğal afet deprem olduğunda ilk akla gelen elbette güvenli binalar oluyor.
Yazımın en başında Bursa için alarm zillerinin çaldığını söylemiştim. 6 Şubat depremlerinin hemen ardından yaptığımız pek çok programda uzmanların söylediklerini birleştirince depremsellik açısından en korkulan illerin başında bizim şehrimizin geldiğini vurgulamak isterim.
İstanbul’u olduğu kadar Bursa’yı da tehdit eden Marmara Denizi içerisinde her an kırılacağı öngörülen fay hattının dışında İznik-Gemlik-Mudanya fay hattı ve İnegöl’den başlayarak Bursa’nın adeta değil, tam olarak içinden geçen fay hattı hep eli kulağında bekleyen kırılmalara gebe…
Geçtiğimiz günlerde risk haritalarını güncelleyen AFAD kaynaklarından edindiğimiz bilgiye dayanarak Bursa’nın birinci derece risk altındaki illerden olduğunu, hatta sürekli olarak depremden ne kadar etkileneceği konuşulan İstanbul’un ikinci derece risk altında bulunduğunu hatırlatmak lazım.
Her depremde ‘İstanbul bu depremden ne kadar etkilenir?’ sorusunu soran meslektaşlarıma da Bursa’nın neredeyse İstanbul kadar önemli bir ekonomik potansiyelinin olduğunu, pek çok bölgesindeki cadde ve sokakların ise bir deprem ihtimalinde girilemeyecek hale gelebileceğini belirtmek isterim.
Buna karşı hızlı bir aksiyon almak şart. İşin bu kısmında mutabıkız. Çalışmaların başladığını, bir yandan Bursa için bir şehir anayasası yerine geçecek olan 2050 Çevre Düzeni Planı ile ilgili hazırlıklar yapılırken, diğer yandan Altıparmak bölgesi ve Merinos’a kadar olan alanı kapsayacak kentsel dönüşüm çalışmalarına yeniden start verildiğini, yenilenen protokolün ardından paydaşların geçtiğimiz gün bir inceleme gezisi yaparak bölgeyle ilgili bilgilerini tazelediğini de hatırlatmak gerekiyor.
Bir hatırlatma daha yapmak isterim ki, boş yere paranız pulunuz ziyan olmasın. Genellikle deprem ve pandemi gibi riskler gördüğümüzde müstakil yaşam alanlarına doğru bir yönelim sergileyerek can güvenliğimizi sağlamaya çalışıyoruz.
Ancak bungalov, tiny house, hobi bahçesi gibi bizi kurtaracağını düşündüğümüz yaşam alanlarının yeni çıkan kanun ile plan dahilinde olmadığı sürece yasal olmadığını bilmeniz önemli. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in de akademik odalara 2050 Çevre Düzeni Planı oluşturulmadan bu tür yapılaşmalar için plan yapmayacağına dair sözü varmış.
Bu noktada elimizde tek bir çare kalıyor, kentsel dönüşüm…
İki arada bir derede kentsel dönüşüm ekseninde uzlaşmak ve güvenli yapılara sahip olup huzur içinde uyuyabilmek lazım bu şehirde…
***
Vekile ucuz vatandaşa pahalı
Dolaylı vergilerle yaşayan bir devletin yaptığı hizmetlerle var olan bir ülke olduğumuzdan, ülkenin sade vatandaşın çökmüş omuzlarına basa basa ayakta durduğunu söyleyebilirim ve bunu söyleyen ilk insan da olmam sanıyorum.
Hadi buna alıştık, hadi biz sadece, ama sadece bizim vergi vermemize, gücü kuvveti yerinde olan koca koca fabrikaları olan patronlara da adeta ‘Ay kusura bakmayın bizim memurlar bir de sizin gibi yüce insanlara vergi çıkarmış’ denilerek milyarlarca liralık vergilerin tek kalemde bizim adımıza affedilmesine alıştık.
Bu işlemler öylesine çok kişi ve kurum için, öylesine uzun süre yapıldı ki, kanıksadık resmen…
Benim şimdilerde canımı sıkan, dünyanın en kalitesiz iletişim hizmetini en pahalıya alan bir ülke olarak telekomünikasyon şirketlerinin de benzeri bir uygulamaya gitmesinde.
İmam, cemaat mevzusu gibi…
‘Türkiye’nin dev GSM operatörü Turkcell’in, vatandaşa 900 TL’den sattığı paketi milletvekillerine 286 TL’ye verdiği ortaya çıktı. Haber sosyal medyayı salladı.’ şeklindeki haber tam da bu kapsama giriyor.
Devir iletişim devri ve telekomünikasyon şirketleri zaten işin bu kısmının kaymağını yıllardır yiyor. Aldığımız hizmet ve bize sunulan sadece bizi bağlayan, karşı tarafın her an her şeyden cayma hakkını bizzat anlatan teklifler de ortada.
Sonra iş dönüp dolaşıp geçim sıkıntısıyla boğuşan vatandaşın milletvekilinden daha zengin olduğunu düşündürten anlayışın temeline inmeye geliyor.
İniyorum o temele de nasıl çıkacağımdan emin değilim yukarıya. Öyle derin bir temel…
Maaş zam dönemlerinde hiçbir zaman bizim gözümüzün önünde oylanmayan maaş artışlarının hangi orana tekabül ettiğini sonradan gazetelerden okuduğumuz vekillerimiz de biliyor oyladıkları oranların asgari ücret, emekli maaşı hatta memur maaşı zam artış oranından yüksek olduğunu.
Ülkece hepimiz fakirleşiyoruz da sabit gelirli sade vatandaş fakirleşmenin dibini sıyırıyor, fakirliğe banacak ekmeği bulamıyor insanlar. Bunu da biliyor bizim vekillerimiz.
Ancak elbette, kendi kullandıkları paketin vatandaşa üç katına satıldığını tahminimce vekiller de bilmiyorlardır. Oturup bunu mu araştıracaklar? Fakat bugünden sonra artık durumu biliyorlar.
Bakalım tepkileri ne olacak?