1992 yılında, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin kapısının önünde rahmetli babamla birlikte kayıt yaptırmak için beklediğimiz kuyrukta, yanımıza iki genç kadının yaklaşması ile tanıştık FETÖ Terör Örgütüyle. Elbette o zaman bir terör örgütü olarak nitelendirilmemişti, elbette o zaman muteber bir cemaat olarak bilinmekteydi, elbette o zaman özellikle öğrencilerin arasına sızma girişimleri yapması ile nam salmıştı…
Peki, ben bunları biliyor muydum?
Tabi ki hayır!
Babacığımı bir kez daha rahmetle anmak isterim, çünkü kendisi okuyan, inceleyen, hem ülkenin hem de Bursa’nın siyaseti ile alakadar olan, dolayısıyla iyi ile kötüyü ayırabilecek yetkinlikte biriydi.
Yanımıza yaklaşan iki genç kadın tarafından yapılan ve ‘İsterseniz kardeşimiz bizim evlerimizde kalabilir, bir ücret de ödemez, siz de zorluk çekmezsiniz, hem bizler de ablaları olarak ona yardım ederiz…’ şeklinde uzayıp giden son derece yumuşak bir ses tonuyla dillendirilen konuşmayı kısadan keserek; “Benim cemaatçilere kaptıracak evladım yok, onun kalacak yeri de hazır, ders çalışmasına yardım edecek insanı da!” demişti.
Kalacak yerim yoktu, Ankara’da tanıdığım bir Allah kulu dahi yoktu!
Kaydımı yaptırdıktan sonra uzun uzun konuştuk babamla esnaf lokantasında yemeğimizi yerken; “Sakın kızım!” dedi; “Sen sen ol, cemaatlerden, tarikatlardan uzak dur. Bunlar bir tür çete, insan içine girerse çıkamaz da. Sen oku, devletine milletine yararlı bir insan olarak mezun ol okulundan. Senin okuduğun sana yeter, kimsenin yardımına ihtiyacın yok!”
Bu sözü hep tuttum, mesleğimi icra ederken de bu tür yapıların ülkeye verdikleri zararları sürekli olarak irdelemeye çabaladım.
Kendi yetişmiş insan gücünü yaratarak adeta devlet içinde devlet olmak için sınav soruları ve sonuçları ile oynayan, pek çok kişinin hakkına girmekten çekinmeyen, kendi örgüt elemanlarını devletin en kritik noktalarına yerleştiren ve önemli pek çok kararın verilmesinde parmağı olan bir örgütten bahsediyoruz.
Güzel ülkemize karşı verdiği savaşı uzun süre topla tüfekle değil, örgütlenme ve beyin gücüyle yapan, tam da bu nedenle mücadele etmek şöyle dursun fark edilmesi bile hayli zor olan bir yapı…
Süreç içinde pek çok kumpas gördük, devletin nasıl içten içe çökertilmeye çalışıldığına acı acı şahitlik ettik, kendi içimizde hep bu oyunların arkasında nasıl bir gücün olduğunu bildik, ama bana kalırsa pek azını ispatlayabildik.
Gerçi ispatlananlar dahi tüyler ürperticiydi, ama ülkeyi bir uçurumun eşiğine sürükleyen 15 Temmuz darbe girişimi son noktayı koydu.
Aslında, ilkokul mezunu bir vaizin Afrika’nın en ücra köşesinden Latin Amerika’ya, Orta Asya steplerinden, tropikal bölgelere kadar her yerde temsilcisi ve üyesinin bulunduğu bir yapılanmayı kuracağını, 20. yüzyılın başında söyleseler kimse inanmazdı. FETÖ Terör Örgütü Elebaşı Fethullah Gülen için 1960’lı yıllardan sonra başlayan hikaye, imkansız denilenin gerçek olabileceğini gösterdi, en çok da Türkiye sınırlarında yapılanarak ülke yönetiminde etkin olmanın yollarını aradı.
Elbette bir kişinin işi olarak göremeyiz böyle bir yapılanmayı. Topraklarımız üzerinde hakimiyet kurmak isteyen dış güçlerin organizasyonuydu yaşadığımız.
Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerek, ileri derecede şeker hastası olan ve son dönemlerinde demans belirtileri gösteren Gülen’in başında olduğu yapı, 160 ülkede hem siyasi hem de ticari faaliyetleri olan, dolayısıyla kolay kolay vazgeçilmesi mümkün olmayan bir yapı.
Bu yapıyı kurup Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başına bela edenler kimi isterse bundan sonrasında FETÖ Terör Örgütünün başında o ismi göreceğiz.
Ölüm haberinin ardından devlet kanadında yapılan en yerli yerinde açıklama Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan geldi.
“Devletimiz bu örgütle mücadele etmeye devam edecek. Bu ölüm bizi rehavete sokmayacak!”
Devletimizin, üzerinde oynanan tüm oyunlara rağmen büyük ve güçlü bir devlet olduğundan yola çıkarak hiçbir yapının kolay kolay yıkamayacağını bilmekte ve bu gerçekliğe güvenmekte fayda var.
FETÖ Terör Örgütü ile mücadele sonuna kadar sürdürülmeli, FETÖ’den boşalan yerleri doldurmak isteyen cemaat ve tarikat yapılanmalarına da asla geçit verilmemeli ki, geleceğe güvenle bakan bir ülke olabilelim.
Ortada bir ölüm var, FETÖ’nün FETÖ diye anılmadığı yıllarda bile bu ismi zikreden biri olarak, ‘FETÖ’yü nasıl bilirdiniz?’ sorusuna ‘Hain bilirdik’ diye yanıt verebilirim ancak.