Gecenin önemli bir bölümünü hastanede geçiren bir anne olarak yazıyorum bu satırları. Biz hastanede çocuğumuzun başında beklerken, ‘okullarda salgın var’ cümlesini defalarca duyarken ve çoğunlukla bir saat süreli serum desteğini alan çocuğun eve yollandığı süreci yaşarken, hatta hasta gözlemleme bölümündeki yataklar yetmeyince çocukların sedyelere yatırıldığını görürken bir hastane bombalandı!
Dünyada, 2023 yılında, güya medeniyetin doruklarını yaşadığımız zamanlarda bir ülke başka bir ülkenin hastanesini bombaladı!
İçinde çocukların, kadınların, yaşlıların, hastaların, kısacası savaş halinde olduğu, çoğunluğu genç ve sağlıklı erkeklerle alakası olmayan insanların derdine derman aradığı bir hastane bombalandı!
Üzerinde uzandığı hastane yatağında yüzüne baktığım çocuğumun inlemelerinde duydum biçare olmayı, mecburluğu, muhtaçlığı ve savaş halinde olmamamıza rağmen, o hastane bu ülkede olmamasına rağmen anladım ki, atılan bomba o an hastanede çocuğunun başını bekleyen tüm annelerin kalbinde de patladı!
İsrail ve Filistin arasındaki savaşta orantısız güç kullanmak bir yana Gazze’de olanları sadece savaş diye tanımlamak mümkün değil, soykırıma evrilen bir vahşet yaşanıyor!
Siviller ölürken, askerler savaş suçlarından muaf olacak denirken, Gazze’de suyun tükendiği haberleri gelirken ve şimdi de hastaneler bombalanırken, batı hep gıpta ile baktığımız değerleri, demokrasi, insan hakları gibi tanımlarının sadece güçlüden yana işlediği bir düzen duruyor karşımızda.
2007 yılından bu yana abluka altında yaşam mücadelesi veren Gazze’ye giriş çıkış yapılacak öyle çok fazla sınır kapısı yok bildiğim kadarıyla. Mısır yönünde Refah sınır kapısı, İsrail’de insani geçiş için kullanılmak üzere Erez sınır kapısı, yine İsrail tarafında ürün geçişini sağlama için Kerem Şalom kapısı. Bu saydığım isimlerin adının kapı olduğunu, ama çoğu zaman geçişe kapalı tutulduklarını ve böylece ablukanın, baskının artırılıp azaltılarak bir tür kıskacın sürekli yaşatıldığını söylemek mümkün.
Elbette şunu da kabul etmek lazım, İsrail ordusunun hastaneleri ve camileri ilk hedef alışı değil dün akşam yaşananlar. Tarihin tekerrür etmesi gibi karşımızda aynı görüntüler bir kez daha dönüyor, aynı film bir kez daha oynuyor. 2009 yılından bu yana…
Tek bir farkla…
Bu kez sivillere yönelik çok daha vahşi bir saldırı gerçekleştiriliyor…
Birleşmiş Milletler’nin 2009 raporunda şöyle yazıyor; “İsrail’in ablukayla ve yaptığı operasyonlarla insan hakları, hukuku ihlal edilerek Gazze halkına toplu ceza kesme hali…”
İsrail ordusunun sivilleri hedef alan kasıtlı eylemlerine de vurgu yapılan bu raporun 2023 versiyonunda ne yazacak çok merak ediyorum.
Bugün görüyoruz ki, bölgede 16 yıldır abluka altında yaşamaya çalışan siviller, 2009 yılından bu yana kendilerine kesilen bir cezayı çekiyorlar adeta.
Şunu atlamamak gerek, Hamas’ın gerçekleştirdiği terör eylemlerini eli kalbinde bir insan olarak kabul etmek mümkün değil, hiçbir terör eylemini, insanlara, özellikle sivillere yönelik hiçbir eylemi kabul etmek mümkün değil benim tarafımdan.
Fakat, çatışmaların en başında İsrail Cumhurbaşkanı İsaac Herzog’un “Gazze’deki sivillerin Hamas’ın saldırılarından haberlerinin olmadıklarını ya da dahil olmadıklarını söylemek doğru değildir. Gazze’yi ele geçiren kötü niyetli rejime karşı ayaklanabilirlerdi” diyerek tüm sivilleri gerçekleştirilen terör eylemlerinin sorumlusu yapması da aynı ölçüde kabul edilemez bir tavır.
Şimdi sivillere ödetilmeye çalışılan bedel de budur!
Bölgeyi çok iyi bilmediğimden konuyla ilgili yoğun okuma yapmaya çabalıyorum, Araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’ün İsrail kaynaklarından edindiği bilgiye göre bu vahşet içerikli saldırılar sonrasındaki planlardan biri Gazzelileri Sina Çölü’nde Yermit denilen bölgede bir alana tehcir etmek.
Netanyahu’nun danışmanı Danny Ayalon’un da bu ‘çölde çadır kentler’ kurma hayalini anlattığı söyleşileri var.
9 Aralık 1948’te Birleşmiş Milletler’in ‘Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması’ sözleşmesinde soykırım tanımı şöyle yapılmış;
“Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel grubu kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak için; gruba mensup olanların öldürülmesi, bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi, fiziksel varlığın ortadan kaldırılacağı hesaplanarak yaşam şartlarının kasten değiştirilmesi.”
Özellikle hastane bombalamanın ardından kesinlikle söylenebilir ki, İsrail hükümetinin şu anda Gazze’de yaptıkları bu tanımları karşılar duruma geldi.
İnsan olarak, insanlık adına, demokrasi ve insan haklarının sadece güçlüden yana olmadığının altını çizmekle birlikte Hamas’ın gerçekleştirdiği terör eylemini-eylemlerini kabul etmem mümkün değil. Zaten acılardan acı beğenene, acılarını yarıştıran bir insanlar topluluğunu kabul etmem de mümkün değil. İnsan olmak da böyle bir şey değil aslında.
Çocuk çocuktur ve canı acıdığında bir çocuğun canı acımış demektir, kadın kadındır ve ağladığında bir kadının gözlerinden yaşlar dökülmüş demektir, yaşlı yaşlıdır ve çaresiz kaldığında bir yaşlı insan çaresiz kalmış demektir, genç gençtir ve umutları donuk gözlerinde söndüğünde bir gencin umutları sönmüş, yaşamı sonlanmış demektir…
Tüm bunlar dünyanın tepesinde oturan ve kimin ölüp kimin yaşayacağına karar veren, adeta tanrıcılık oynayan insanların uhdesinde de olmamalıdır.
Tüm karşı duruşumuz insanlık adınadır ve Gazze’de bir insanlık suçu işlenmektedir!