Hemen kapımızın dibinde, sınırlarımızın bir adım ötesinde dünyanın ibretle izlediği insanlık dramları yaşanırken ve bazı ülkeler; kendisine demokrat, insan haklarından yana, uygar diyen bazı ülkeler buna seyirci kalırken, ülke içinde de birbirinden acı tablolarla karşı karşıyayız…
Daha geçen hafta bir üniversite öğrencisinin ailesine yazdığı hazin mektuptan alıntılar yaparak yaşamdan nasıl soğuduğuna değinmiştim. Yazımın yayınlandığı günün ertesinde yine bir üniversite öğrencisinin bu kez okul yemekhanesinde yaşamına son verdiğine ilişkin haberler okuduk ulusal basında.
Biri ‘üniversiteden mezun olduktan sonra da insanca bir yaşama kavuşamayacağımı düşünüyorum’ diyerek, diğeri ise daha 21 yaşında borçları yüzünden yaşamına son verdiğini belirterek ayrılıp gitti bu dünyadan…
Tüm bunlar nerede yaşanıyor?
Giderek derinleşen gelir uçurumunun yaşandığı, orta sınıfın eriyerek yok olduğu, toplam gelirin yüzde 85 gibi bir oranının ülke nüfusunun yüzde 5’lik kısmına denk gelen bir avuç sermayedarın elinde biriktiği, geriye kalan yüzde 95’in ise geleceksiz bırakıldığı bir ülkede. Hemen hemen aynı yaşlardaki bu iki çocuğun ve belki de haber dahi olmayan nicelerinin yaşamına son verdiği anda, gazetelerin diğer sayfalarında üç beş maaşlı siyasi figürlerin, ballı kaymaklı ihalelerin sahiplerinin haberlerine de rastlıyoruz elbette.
Ülkenin iki ucunun arasında kocaman bir ekonomik uçurum duruyor…
Koca cumhuriyet, zenginiyle fakiriyle omuz omuza verilerek kurulan ve ekonomik temellerinin merkezinde orta sınıfın olması arzulanan bu koca cumhuriyet 100 yaşına girerken geldiğimiz durum ortada…
Biz şimdilerde normalde büyük bir baklava desenine benzemesi gereken ve şişkin karnındaki bölümde orta sınıfın ekonomik olarak yerleştiği bir dengeden, sivri tepesinde küçük mutlu bir azınlığı barındıran alt kısmı genişçe, ince uzun borulu bir deney tüpüne çevirdik ülkenin ekonomik skalasını…
Gerçekten tebrik edilmesi gereken, insanların gözünün içine baka baka yapılan tüm bu değişimi koca bir topluma kabul ettirme ve üstüne bir de takdir toplama becerisini ben de alkışlamak istiyorum, ama artık bu kadarını aklım da kalbim de kaldırmıyor desem belki duygularımı ifade etmiş olurum…
80’li yıllardan bu yana sürdürülen ve son 20 yılda şiddeti giderek artan bu durumda kamuculuğu öldürmek; eşitlik isteklerini aptallık, parasız eğitim ve sağlık hizmeti taleplerini ‘geri kafalılık’ gibi göstermek en bilinen yöntemler oldu.
Halktan yana politikalara ön veren sol siyaseti ve söylemleri ayak altına alıp ezdiklerini, insanca bakış açısı adına en dik en üst durması gereken anlayışların yerlerde sürüklendiğini, hatta bu temeller üzerine kurulmuş siyasi partilerin dahi üç beş oy uğruna eksenini değiştirdikten sonra yön duyularını tamamen kaybetmiş halde yeni yollar aramaya başladığını görüyoruz şimdilerde.
Bu ülkede artık yoksulluğu çıplak gözle görüyor, elle tutuyor, kokusunu duyuyorsunuz…
Tüm bunların içinde sadece kadınlar ve çocuklar değil, gençler de boğuşuyor hayatla. Hatta belki de her geçen gün umutlarının ellerinden alındığını, soğuğu hisseder gibi hissettiklerinden, en çok onlar etkileniyor durumdan.
Tercih edilen sistem ucuz emek gerektiriyor. Niteliksiz, eğitimsiz, her şeye razı, tabiri caiz ise kendi değimleri ile ‘cahil’ insan, eşimin tanımı ile ‘düğmeci’ lazım. Yüksek öğrenim de elinden tüm nitelikleri alınarak bu amaca hizmet eder hale getirildi.
Meslek sahibi bulmak güç, buna mukabil yüzbinlerce işsiz işletme ve kamu yönetimi vs. mezunu dolaşıyor ortalıkta. Üç kuruşa çalışmaya mecbur, ancak isteksizler. Sistem köle ücretleri ile çalışacak insana gereksinim duyarken, iyi eğitim almış bir avuç genç çoktan yurt dışına çıktı bile. Geriye kalanlar da yurt dışı fırsatlarını kolluyor pusuya yatmış. Sokakta karşılaştığınız her beş gençten dördü başka bir ülkede yaşamak istiyor!
Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili Hasan Öztürk’ün geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamaları bu anlamda çok kıymetli bence.
“Üniversite bölüm ve kontenjanlarının ülkenin, kamu ve özel sektörün ihtiyacına göre planlaması yok. Bu plansızlıkla yarattığımız ev gençlerimiz var. Nasıl yüksek eğitim politikasıdır ki bir insan yaşamı, bir ailenin geleceği, eğitim sonrası iş hayatına geçişi planlanmadan, mesleki ve üniversite eğitimi aldırılıyor. Gençlerimiz bugün kendilerini değersiz hissediyor, özgüvenlerini kaybetmiş, ekonomik olarak ailesine bağımlı olarak kendini içine kapatıyor ve ruhsal bir çöküntü içinde. Kısacası en değerli varlıklarımız heba oluyor.
Gençler sınırlanan özgürlük alanlarından, zorlu ekonomik koşullardan, ülkemizdeki çalışma şartlarından ve gelir dağılımındaki adaletsizliklerden kaçıyorlar, kaçmak için her türlü fırsatı arıyorlar. Eminim Meclis’teki milletvekillerimizin ailelerinde de oldukça fazlaca bu durum vardır.
Maalesef bunun adı beyin göçü bile değildir. Yetiştirdiğimiz mühendis, iktisadi ve idari bilimler mezunu binlerce gencimizi işçi olarak Avrupa’ya sunuyoruz!”
CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk’e katılıyorum, maalesef bunun adı beyin göçü bile değil, ekonomik baskıdan kaçış olabilir ancak, bazen Avrupa’ya bazen öbür dünyaya!