Geçtiğimiz yıl Kastamonu’da yoğun yağışlar sonrası taşan derelerin yataklarını doldurması nedeniyle yaşanan sel felaketinde, vatandaşlarımızın hayatlarını kaybetmeleri, evlerinin yıkılması yüreklerimizi parçalamıştı.
Bu yıl aynı görüntüleri yeniden yaşamak tam bir dejavu etkisi yaptı.
Hele geçen yıl yıkılan caminin yerine ‘İki günde yenisini yapıp Cuma Namazı’nı orada kılmanızı sağlayacağız’ mantığı ile yeni bir cami yapılması ve bu yıl aynı caminin yeniden yıkılışını izlememiz nasıl da akıllanmaz bir toplum olduğumuzun kanıtı gibiydi.
Günlük siyaset, günlük politikalar…
Plan yok, araştırma yok, insanların can güvenliğini düşünmek hiç yok…
Benzer bir konu için Cumhuriyet Halk Partisi Bursa İl Başkanlığı’nın düzenlediği basın toplantısı bu noktada hayli kayda değer.
Bundan birkaç yıl öncesinde ‘şehir hastanesi’ alanı olarak belirlenen, ancak yapılan itirazlar sonucu yargı kararı ile ‘Burası riskli, burası taşkın alanı, buraya hastane yapamazsın!’ kararı verilen, Nilüfer Çayı’nın ikinci kolu olan Deliçay’ın taşkın alanında bulunan bölgesinde lojistik alan yapılması kararından bahsediyorum.
Açıklama öncesinde şehre ve ülkeye yapılan yatırımlara karşı olmadıklarını açıklamak zorunda kalan CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca;
“Burada yapılmaya çalışılan lojistik merkezi bütün siyasi partilerin altına imza attığı ‘ova koruma programının’ ihlal edilmesi demektir. Yakın zamanda bu bölgelerde taşkınlar oldu ve vatandaşlarımız hayatlarını kaybetti. Hastane olunca riskli oluyor da lojistik alan olunca riskli olmuyor mu?” diye soruyor.
Lojistik alan projesi kapsamında 184 bin metrekarelik alanın 108 bin metrekaresine beton döküleceğinin, yani bir daha tarım alanı ya da mera olarak kullanımının mümkün olmadığının altını da çiziyor ki, geri dönüşü olmayan bir işten bahsedildiği belli olsun.
CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın da söyleyecekleri vardı. Birkaç hafta önce lojistik sebeplerle ucuz tarım ürünlerine ulaşamadığımızı gerekçe gösteren Tarım Bakanı Vahit Kirişçi’nin ‘Kent bostanları’ projesinin lansmanını yaptığının altını çizdi. Sonra da;
“Tarım Bakanı bu projeyi açıklarken ‘Samanlı Merası’ olarak bilinen bu bölgenin talan edilmesine nasıl izin veriliyor? Bir yanda bir karış toprağa sahip çıkıyoruz söylemi varken, diğer yandan süte zam, asgari ücrete zam politikası yürütülüyor.
Bu kafa bu ülkeyi açlığa kıtlığa sürüklemektedir. Bu ülkenin insanları parası olsa dahi sağlıklı gıdaya ulaşamaz hale gelecektir.
Giden samanlı merası değildir. Çocuklarımızın ekmeğidir, geleceğidir.” dedi Sarıbal.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve tek merkezden yönetimin ortadan kaldırılması için yola çıkan Yerel Yönetimler Yasası’nın işlerliğini yitirdiğine toplu olarak şahitlik ediyoruz böylesi durumlarda.
Aklın yolu bir elbette.
Hastane yapılırken riskli bölge olduğu tespit edilen bir alanın lojistik merkez yapılırken de riskli bölge olduğu aşikar. Bu noktada bir uzman gözü değilim, ancak mesele benim dahi görebildiğim kadar yalın bir gerçek.
Bu arada uzun uzun yazılar yazılan ‘Cumhurbaşkanı Bursa’ya neden gelmedi?’ konusuna muhalefetin de bir yanıtı var.
“AK Parti Bursa’da miting yapamadı. Hiç ilgi görmedi. Aynı şartları zorladılar. İlçelere gönderdikleri otobüslere kimse binmedi. Mitingin iptalinin tek gerekçesi ilgi görmemesidir!” diyor İsmet Karaca.
Miting otobüslerine gösterilen ilgiyi gözümle görmedim.
Ama şunu söyleyebilirim;
Asgari ücret açıklamasının ardından, Türk İş Başkanına sessizce ‘Gırtlağımızı sıkmasınlar…’ diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaşanacak memnuniyetsizliği hesaplayarak, bu dönemde miting yapmak fikrinden vazgeçmiş olabilir pek ala…