En başından öylesine yanlış inşa etmişiz ki şehirlerimizi deprem gündeminden kopamıyoruz. Çünkü her ayrıntı bize depremin yarattığı yıkıcı etkiyi, aynı etkiyi belirsiz bir tarihte bizim de yaşayacağımızı hatırlatıyor.
Yapı Denetim ve Deprem Mühendisleri Derneği Bursa Temsilcisi Serkan Işık’ın düzenlediği toplantının başında hissiyatım tam da bu biçimdeydi.
Bitmeyen, bitmemesi gereken gündemimiz, deprem…
Kendisi de bir depremzede olan ve bölgedeki tüm depremleri yaşayan, hatta 1999 depreminde de Gölcük’te bulunduğu için iki depremi karşılaştırma şansı da olan bir isim Serkan Işık.
İşin hem belediye ayağında, dolayısıyla da planlama kısmında çalışmış hem bir yapı denetimci olarak sahada bulunmuş, hem de bir mağdur olarak, yapılan yanlışların sonuçları ile burun buruna gelmiş, hatta bacağında bu mağduriyetin yarasını da taşıyan birinin konuyu anlatması bir başka oluyor elbette.
Hele hele birinci sınıf deprem bölgesi içinde bulunan Bursa’da anlatılanları dinlemek ilginç ve çarpıcı detaylara ulaşmak açısından çok kıymetli.
Örneğin; şehrimizin yaşadığı en yıkıcı deprem olarak tanımlanan 1855 depreminin Kahramanmaraş depremi ile büyük benzerlikler taşıdığını duymak ilginçti. 1855 yılında da 28 gün arayla iki büyük depremin yaşandığını ve yıkımın bu nedenle böylesine büyük olduğunu belirten Işık, iki şehrin yerleşim biçiminin de benzer olduğunu vurguladı.
Nedir bu benzerlikler? Hemen irdeleyelim;
Öncelikli olarak bitişik nizam yapıları ele almak lazım benzerlikler açısından. Deprem esnasında çekiç etkisi yaparak yıkıcılığı artırdığı artık herkes tarafından kabul edilen bitişik nizam yapılar bizim 1999 depremi öncesinde yapılmış, çoğunluğu mühendislik hizmeti almamış, yaşı 40 ve üzerinde olan binalarımızın bulunduğu Çarşamba, Altıparmak, Yıldırım bölgeleri ile Ankara yolu altı ve Garaj altı olarak tanımlanacak tüm kesimleri kapsıyor.
Elbette bu tanımlamaya merkez ilçelerimizin dışındaki ilçe yapılaşmalarını da ekleyebiliriz.
Hasılı kelam, Bursa’nın yarısını bitişik nizam yapılaşma ve mühendislik hizmeti almamış yaşlı binalar kontenjanından oyun dışına çıkardık.
Daha yeni başlıyoruz elemelere.
Zemin sıvılaşması meselesi de önemli bir sorun. Defalarca yazdık, bir kez daha hatırlayalım neydi zemin sıvılaşması;
Ova, alüvyon, kumluk alan gibi bölgelerin iyice gevşeyerek sıvı etkisi göstermesine zemin sıvılaşması deniyor. Binalar zemin özelliklerine göre inşa edilmediyse, deprem sırasında toprağa gömülüyor ve bu da en az yıkım kadar zarar veriyor.
Bizim bu bitişik nizam, mühendislik hizmeti almamış yaşlı binalarımızın nerede olduğunu bir tahmin edin bakalım…
Bildiniz…
Bahsettiğim binaların büyük bölümü meşhur Bursa Ovası’nın tam göbeğinde. Her ne kadar biz artık Bursa Ovası diye bir kavramı unutmuş olsak da son dönemde yaşadığımız pek çok afetin hatırlattığı gibi tabiat ana kendi gerçeğini unutmuyor.
Tabii bu bina stoğuna son yıllarda özellikle Nilüfer bölgesinde yapılan binaların zemin etüdüne uygun inşa edilmeyenlerini de eklemek lazım.
Zemin sıvılaşması konusunu da irdeledik ve daha şimdiden yarıyı geçtik bile.
İmalatlarda şantiye şefliğinin olmaması da ayrı ve büyük bir sorun olarak duruyor karşımızda. Kurumsal firmalar şantiyelerinde inşaat mühendisi bir şantiye şefini çalıştırmaya özen gösterirken, küçük firmaların aynı hassasiyeti göstermediğine dikkat çekiyor Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği Bursa Temsilcisi Serkan Işık. Şehrimizde yapılan yapıların yüzde 80’inde şantiye şefi bulunmuyor!
Ne oluyor inşaatta şantiye şefi olmayınca?
İşimiz inşaatı yapan işçinin, kalfanın insafına ve bilgisine kalıyor elbette. Yeri yanlış işaretlenen bir kolon, iyi bağlanmayan bir demir, dökülürken içine su karıştırılan hazır beton pek çok insanın sonunu getirebiliyor.
1999 depreminde olduğu gibi birkaç müteahhidi sorumlu tutarak işin içinden çıkılmaması gerektiği artık netleşti.
Peki kim bu sorumlular?
Allah var kendisi AK Parti Milletvekili Aday Adayı olduğu halde bu konudaki sorumu son derece objektif bir biçimde yanıtladı.
“Planları yapanlardan imar affı çıkaranlara, zemin etütlerini yapanlardan, inşaatını olması gerektiği gibi yapmayanlara kadar herkes bu işin sorumlusudur. Herkes üzerine düşün sorumluluğu almalıdır!” dedi Serkan Işık.
Böyle böyle geldik bir zamanlar yeşil olan Bursa’nın neredeyse yüzde 70’lik yapı stoğunun yenilenmesi gerektiği gerçekliğine.
Peki bu iş nasıl yapılacak?
Sürekli gelişen, sanayi bölgelerine yeni sanayi bölgeleri eklemeye çalışan, hatta deprem bölgesinden 7 binin üzerinde aileye de ev sahipliği yapan Bursa nasıl olacak da yapı stoğunu dönüştürecek?
İşte işin bu kısmında tıkanıyoruz. Çünkü rezerv alanımız sınırlı, daire kiralamaya kız ister gibi gidiyoruz elimizde çiçek çikolata. Öylesine yok kiralık daire! Kendimiz ev sahibi olalım desek, ekonomik kriz malum, herkesin belini büküyor.
Işık’ın önerisi kentin içindeki insan yoğunluğunu kentin dışına aktarmak.
Bakıyorum, kentin dışı ova, tarım arazisi…
Sonra vatandaş çarşısı pazarı, okulu camisi, marketi kasabı, parkı bahçesi olmayan bir yere nasıl ve neden gidecek?
Sosyal donatı alanları ile birlikte insanların yaşayabileceği konutlar zemini güvenli bölgelere nasıl ve ne zaman inşa edilecek?
Herkesin dilindeki türkü Bursa’nın nüfusunu azaltmak, ama planlar nüfusu artırmak yönünde…
İş icraata gelince…
Herkes sus pus…