Tüm meslek gruplarının olduğu gibi gazetecilerin de bir günü olacaktı elbette, fakat bizim bize atfedilen günümüzün adı bile bir ilginç; ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’
Ben hiç ‘Çalışan Doktorlar Günü, Çalışan Avukatlar Günü, Çalışan Öğretmenler Günü…’ gibi bir isim duymadım diğer mesleklere ilişkin. Bizde tabi mesleğin kibar tabiriyle ‘esnekliğine’ dayanarak bu isim verilmiş diye düşünürüm zaman zaman…
Çünkü biraz eli kalem tutan simitçi, turşucu, manifaturacı, şoför… de gazetelerden birinde kendine yer bulduğu takdirde gazeteci sıfatıyla anılabilir. Mesleğin kriteri olmayınca, okulunu bitirmiş olmak ya da olmamak, mesleğe çıraklıktan girmiş olmak ya da olmamak gibi ayrıntılar sadece ayrıntı olarak kalıyor.
Pek çok hakikatli gazeteci de zorlu çalışma koşulları ve tatmin etmeyen gelir düzeyleri nedeniyle fırsatını bulduğunda başka iş kollarında anılmayı tercih ediyor zaten…
Anlayacağınız gazeteciler ya mesleğinde çalışmıyor bir süre sonra ya da meslekte çalışanlar gazeteci olmayabiliyor…
Konuyla ilgili genç meslektaşım ve NormHaber.com Haber Müdürü Furkan Kahraman’ın yazısını okumanızı öneririm. Tüm defolarımızı içeren bir metin bulacaksınız.
Vakti zamanında bu ülkeye birkaç gömlek fazla geldiğini hep düşündüğüm 1961 Anayasasının ardından 4 Ocak 1961’de kabul edilip 10 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanan 212 Sayılı Kanun ile gazeteciler için özel bir çalışma kanunu oluşturulmak istendi.
Ancak köken olarak gazeteci ailelerden gelen basın patronları, bu yasaya tepki göstererek gazetelerini 3 gün boyunca kapatma kararı aldı. O zamanlar basında birlik varmış ki, gazeteciler reste rest deyip boykot günlerinde ‘Basın’ adını verdikleri gazeteyi çıkararak emekten gelen güçlerini kullanıp hem mesleklerini hem de haklarını savundular. Dokuz patron olayı olarak da anılan bu süreç pek çok gazetecinin 212 meslek kanunun ile çalışmasının yolunu açtı.
Tüm bu gelişmeler 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününün de doğumu oldu. Yaşananlar bugün yaşansaydı, eminim ki, kimsenin kılı dahi kıpırdamaz, adı absürt de olsa bir günümüz dahi olmazdı. Dönemin mangal yürekli gazetecilerine teşekkür etmek gerek bu hususta.
Gelelim günümüze…
Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkanı Nuri Kolaylı, Çalışan Gazeteciler Bayramı sebebiyle bir yazılı açıklama gönderdi hepimize.
“Medya sektörü olarak zor bir dönemden geçiyoruz ve basın özgürlüğünden internet yasasına kadar birçok alanda yasal düzenleme bekliyoruz. Sektörümüzdeki sorunların bir an önce çözümlenmesi, sürekli itibar kaybeden basın mesleğinin gelişmesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu olarak her fırsatta vurguladığımız gibi ülkemiz, medya alanında kapsamlı bir değişime, yenilenmeye ihtiyaç duymaktadır. Basın özgürlüğünden basında çalışma şartlarına, internet yasasından mesleki standartlara kadar bir dizi yenilik zaman geçirilmeden uygulamaya konulmalıdır.
Sektörümüzde mesleki düzenleme olmaması; tehdit ve şantaja dayalı etik dışı haberlerin yapılmasına, birikimine, eğitimine bakılmaksızın dileyen herkesin gazeteci maskesi altında sektörümüzde boy göstermesine neden olmaktadır. Meslektaşlarımız, meslek onurlarını korumak adına mücadele etse de, yasal boşluktan yararlanan menfaatçilerin medya sektöründe boy göstermesine engel olamamaktadır. Bu nedenle basın sektöründe öncelikli olarak mesleki düzenleme yapılmalıdır.”
Bence bayram olmayan güne dair açıklama bu kadar…
Evet yasal düzenleme yapılmalı, evet mesleki düzenleme yapılarak öncelikle mesleğin kriterlerinin belirlendiği bir çalışma ortaya koyulmalı, evet önüne gelenin şantaj aracı olarak gazetecilik mesleğini kullanmasının önüne geçilmeli…
Fakat tüm bunlar senede bir kez bir paragraftan oluşan (yazıyı paragraflara ben ayırdım) bildiri yayınlayarak olmuyor bunu biliyoruz, çünkü senelerdir deniyoruz…
Burada tek bir kurumu baz aldığım düşünülmesin, mesleğe dair kurulan her oluşuma yönelik sözüm…
Mesleğimizin kahvaltı, yemek, kumpas, tehdit, şantaj, rant kelimeleri ile anılır olduğu zamanların geçtiğimiz son 15-20 yılda geliştiğini hatırlamakla başlayabiliriz işe.
Haberin kuralları olduğu ve doğrulanma ihtiyacı duyduğu mühimliği ile devam edebiliriz ki, hap cümlelerin haber değeri taşımadığının altını da çizmiş olalım. Hatta bu hap bilgilerin (hap bilgileri ben de takip ederim doğruluğunu araştırmak üzere bir giriş verebiliyorlar bazen) zaman zaman vatandaşı endişeye sevk ettiğinin de altını çizmekte yarar var.
Sosyal medyanın gücünü yadsımak yerine kendi kurallarımıza göre işletmek üzere tüm Bursa yerel gazetecileri olarak birlik olabiliriz. Böylece yazdığımız, ancak birilerinin hoşuna gitmeyen gerçeklerin tetikçilik olarak algılanmasının önüne geçeriz bir ihtimal.
En önemlisi de başta belediyeler olmak üzere çeşitli kurumların bizim mecralarımızda çıkan haberleri birer halkla ilişkiler çalışmasından ibarettir. Dolayısıyla bu halkla ilişkiler çalışması için kurumların bedel ödemesi kadar normal bir durum olamaz. Eskiden ilanlara biçilen bedeller gibi düşünmek lazım bu işi. Halkla ilişkiler çalışması için toplu bir anlaşma yapılıyor olması işin bu kısmının bir tanıtım çalışması olduğu gerçeğini ve kurumların buna ihtiyaç duydukları için gazeteleri kullandıkları gerçeğini değiştirmez.
Tabi bir de yaşanabilir ücret konusu var. Tüm ülkeyle birlikte belki de en çok biz gazetecilerin canını sıkan…
Mesleğimiz gereği iş dünyasının düzenlediği toplantılara katıldığımızda en çok duyduğumuz cümle şu oluyor; ‘Biz asgari ücrete çalışan bulamıyoruz ki zaten… Bu yılın asgari ücretini biz en az maaş alan çalışanımıza geçen yıl veriyorduk… Bursa’da asgari ücretle çalışan var mı?’
Büyük bir mahcubiyetle söylüyorum ki; var…
Her meslek kendisine verilecek asgari ücret skalasını belirlemişken, bu skalayı yakalayabilmek adına sürekli hak arama mücadelesi verirken, bizde skalayı asgari ücret tespit komisyonu belirliyor Allah razı olsun.
Neyse şimdilik bu kadar yeter…
Hep sizin sıkıntılarınızı yazıyordum, bugün de meslektaşlarımın sıkıntılarını aktardım.
İçimi döktüm, iyi oldu…