İnsan besin zincirinin en üzerinde bulunan, dünyadaki en güçlü canlı türü olarak tanımlanıyor çoğunlukla. İşin doğruluk kısmı tartışılsa da aklımızı kullanarak pek çok olumsuz koşuldan sıyrılmayı başardığımız kesin.
İklim krizi de şimdilik bizim için böyle bir mesele. Yine aklımızı kullanarak şunu biliyoruz ki, şimdilerde bitkilerin ve hayvanların yaşamlarını olumsuz anlamda daha çok etkileyen iklim krizinin yaratacağı sorunlardan çok da uzağa kaçamayacağız.
Bursa Su Kolektifi’nin Dünya Çevre Gününde iklim krizini ele aldığı basın açıklaması, bu nedenle çok daha önemli benim için.
Bir kolektif olduğundan açıklamalarını da kolektif bilinciyle birkaç kişi tarafından yapılan toplulukta ilk sözü alan Bursa Su Kolektifi Üyesi Figen Ovat oldu. Krizin son bir yılda daha da derinleştiğine daha doğrusu sorunların daha görünür hale geldiğine dikkat çekti Ovat konuşmasında. Ardından şöyle devam etti;
“Türkiye dahil sermayenin güdümündeki dünya hükümetleri bir esrar bağımlısı gibi karbon kökenli yakıtlara bağımlılığını sürdürdü. Sürekli büyümek, daha çok üretip satmak zorunda olan şirketler eliyle kapitalizm tarafından yaratılan iklim krizine çare olarak, ekolojistlerin itirazlarına rağmen, karbon borsaları 1997’de uygulamaya alındı. Karbon ticareti, sermayedarların havamızı da alınır- satılır metaya çevirdiği bir göz boyama taktiğiydi.
AK Parti iktidarındaki Türkiye, CO2 azaltmak için değil, gelecek kredilere muhtaç olduğu için Paris İklim Anlaşmasını imzaladı ve dünya halklarıyla dalga geçer gibi bir plan sundu. Plana göre Türkiye karbon salınımında azaltma değil yüzde 30 artış öngörüyordu. Sonra da olanaksız bir işe kalkışarak 2053’e kadar C02 salınımını sözde sıfırlayacaktı. Bu planla aslında AK Parti yönetiminin Türkiye’de CO2 salınımını indirmek istemediğini açıkça ortaya koymaktadır!” dedi.
Çok önemli bir tespit bence. Biz temiz çevre, temiz hava bilinciyle bazı anlaşmalara imzacı olduğumuzu düşünürken, meseleyi doğru okuyanlar, asıl nedeni şak diye açıklıyor.
Bursa çevresindeki, Uludağ dahil pek çok dağın zirvesinde buzul oluşumu kalmadığını belirten Bursa Su Kolektifi Üyesi Caner Gökbayrak konuşmasında daha çok şehrin gerçeklerine değindi;
“Bursa kent merkezine son iki yıldır hiç kar yağmıyor. Bahar yağmurları barajlarımızı dolduruyor, ama yaz aylarıyla birlikte derelerimizden su akmadığı için barajlardaki su yeni yağış mevsimine ulaşamadan bitiyor. Kuraklığın yanında Nilüfer Çayı gibi derelerimiz başka hiç bir amaçla kullanılmayacak ölçüde kirletildiği için çiftçimiz yanı başındaki dereden bedava su kullanmak varken kanallarda dağıtılan ücretli su ile tarlasını sulamak zorunda bırakılıyor. Derelerdeki kirliliğin etkisinin yanında derin deniz deşarjlarıyla Marmara Denizi’nin dibini kanalizasyon çukuruna çevirdik. Derin deşarjlar Marmara Denizi’nde 25 m altındaki suda oksijen bırakmadı. Denizleri bile ısıtan iklim kriziyle birlikte Marmara’ya boşaltılan kirletilmiş sularda iyileşme olmadığı için Marmara da yeni müsilaj riskini artırıyor!” dedi.
İşin bir de tarım alanlarını sanayiye ya da konut alanına dönüştürmek gibi bir plan değişiklikleri zinciri bölümü var. O kısım evlere şenlik zaten biliyorsunuz.
Hasılı kelam, bugün Dünya Çevre Günü; dünyanın çöpünü bağrına basan, üç tarafı denizlerle çevrili olan ancak denizlerinin neredeyse tamamını öldürdüğü için, kapısının önünü komşusunun kapısının önüne doğru süpürüp kendisini temiz sanan bir ülke olduğu için balık dahi yiyemeyen, tarım alanlarına konut yaparken kıraç topraklarda tarım yapmaya çalışan, susuzluktan kıvranırken hala tarlalarında vahşi sulama yapan, tarımı hayvancılığı değil de kirletici sanayiyi destekleyerek kalkınacağını sanan, pek çok şehrinde nefes almanın dahi giderek zorlaştığı Türkiye’den selam olsun…
******
Demokrasi iklimine uyumlanın yoksa…
Ülke gündeminde bir haftadır siyasi iklimin değişmesine yönelik konuşmalar yapılıyor, bir zamanlar rotasını şeriata doğru kırmasından endişe ettiğim güzel ülkemde demokrasi adına atılan adımlar tartışılıyor, iki ileri bir geri mehter yürüyüşü şeklinde de olsa güzel günler göreceğimiz inancı perçinleniyor.
Türkiye Belediyeler Birliği seçimini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 515 oyla kazanması ve rakibi Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç’in 250 oy almasını da bu okumaya dahil ediyorum.
Tam da bu noktada Bursa’nın CHP’li belediye başkanlarına da benzeri demokratik iklimi hem parti içinde il ve ilçe yönetimlerinde hem de belediye başkanlığı görevini yürüttükleri ilçelerde ve büyükşehirde hızla tesis etmeleri, asla bu şiardan vazgeçmemeleri önerisinde bulunmak isterim.
Zira yakın zamanda yapılan ilçe kadın kollarının üç merkez ilçe seçimlerinde de bir takım sorunlar, kadınların seçimine yönelik müdahaleler olduğunu biliyoruz.
Daha önce defalarca yazdım, seçimlerin kazanılmasındaki önemli neden AK Parti seçmeninin sandığa gitmemesiydi. Sandığa gitmeyen seçmen henüz eli CHP’ye oy vermeye gitmeyen, ancak AK Parti yönetiminden gördüğü muameleden de memnun olmayan seçmendir. Dolayısıyla önümüzdeki beş yıl sizi ya rezil eder ya vezir.
Eğer vatandaş ‘Bunlar farklıymış, iyi de çocuklarmış, güzel de işler yaptılar, bir huzur ortamı oluştu şehrimizde, sosyal yardımlardan da bizi mahrum etmediler…’ diye düşünürse önümüzdeki genel ve yerel seçimlerde sırtınız yere gelmez, vezir olursunuz.
Haaa… Ola ki, vatandaş ‘Bunlar da diğerlerinden farklı değilmiş meğer, koltuğa oturunca hepsi aynı…’ diye düşünürse, işte o zaman rezil olursunuz. Bundan sonraki siyasi hayatınızda da şimdi yakalamış olduğunuz noktayı yakalamak için çabalar durursunuz.
Bir kez daha diyelim, hasılı kelam; CHP yönetimleri hem parti içinde hem de belediye yönetimini aldıkları bölgelerde demokrasinin doğru işlediğine yönelik güzel örnekleri sunmakla mükelleftir, aksi her türlü davranış partiyi tümden zora sokar…