Kadın doğasının geçmişten gelen ve ona unutturulmaya çalışılan öğretilerini yeniden hatırladığında hayatın en tepesine oturacağı öngörüsü ile ve bu durumu doğrulayan hikayelerin açılımlarının yapılması ile ilerleyen, kendisini vahşi kadın arketipine dair mit ve öyküler olarak tanımlayan ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ isimli kitabın bir anda popüler olan her şeye yönelik tepkime kurban gittiğini itiraf etmeliyim.
Herkesin büyük bir iştahla okuduğu kitapta kendimi, hatta kendimde unuttuğum şeyleri bulacağımı düşünemezdim doğrusu.
Kitabın arka kapağında şöyle diyor; “…19. yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi keşfetmek olduğunu söylüyor ve kadınların içlerinde yatan sınırsız güç ve yaratıcılığın, kurtların doğal yabanlığında yattığı savını ileri sürüyor. Kadınların çoğu zaman farkında olmadan içselleştirmek zorunda bırakıldıkları eziklik ve yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerine çok değişik bir malzemeden yaklaşıyor: Kurtlar ve kadınlar arasında, vahşilikleri, zarafetleri ve içinde yaşadıkları topluluğun üyelerine duydukları bağ açısından psişik bir benzerlik vardır…”
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde yapacak daha iyi bir işi olmayan kadınlara bu kitabı alıp biraz olsun eskiye, özlerine, erkeklerin egemen dünyasında ezilip büzülerek yaşamaya başlamadan önceki hallerine dönmenin nasıl bir his olduğunu anlamaya çalışmayı önerebilirim.
Zira senenin bir, hadi bilemediniz iki, mesleki gününüzle birlikte üç gününde hatırlanmak, çiçek böcekle ödüllendirilmek bizi kurtaracak cinsten hareketler değil.
Unutanlar ve unutmak isteyenler için hemen hatırlatalım; 8 Mart’ın tohumları 1908 yılında, New York’ta 15 bin çalışan kadının daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı talep etmesiyle atılıyor.
Bir yıl sonra Amerika Sosyalist Partisi yaşasın devrimci mücadele diyerek, 8 Mart’ı Ulusal Kadınlar Günü ilan ediyor. Bu özel günü uluslararası hale getirme fikrini ortaya atan ilk kişi ise Clara Zetkin!
Komünist bir aktivist olan, aynı zamanda kadın hakları savunuculuğu da yapan Zetkin, 1910 yılında Kopenhag’da toplanan Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı’nda Dünya Kadınlar Günü fikri önerisiyle bize bir gün daha hediye ediyor.
İlk uluslararası etkinlikler 1911’de, Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de düzenleniyor, 1975 yılında Birleşmiş Milletler’in Dünya Kadınlar Günü’nü kabul etmesiyle artık resmi bir günümüz oluyor ve 1996 yılından itibaren her yıl yeni bir tema belirleniyor. Türkiye’de bu tema işinin pek önemsendiğini sanmıyorum. Belirlenen ilk tema ‘Geçmişi kutlamak, geleceği planlamak’ Bu yılın temasıysa ‘Kadınlara yatırım yapın: İlerlemeyi hızlandırın’
Tema muhteşem, uygulama sıfır!
Dünya üzerinde kadınlara yatırım yapan ve ilerlemenin bu biçimde olacağını düşünen son ülkelerden biri biz olabiliriz. Bir emeklilerimizin gelir düzeyinde dünya sonuncusuyuz, bir de kadına verdiğimiz değer konusunda.
Takdire şayan gidişatımızın kocaman alkışı hak ettiğini düşünüyorum, burada küçük de bir gönderme yaparak…
Günün anlam ve önemine binaen kadınları hatırlayan, kadın haklarından dem vuran, kadınların daha özgür biçimde hayattın içinde var olabilmeleri gerektiğini her gittikleri yerde anlatan siyasiler ve devletin ileri gelenlerinin, yarın itibariyle bu heveslerinin tamamen sona ereceğini ve kadınları sadece siyasi bir süs, konuşma konusu olarak görmeyi tercih edeceklerini bilecek kadar büyüdük çok şükür…
Kadının yerini evi olarak belleyen, kadını hayatın tek güzelliği olarak düşleyen, en iyi kariyerin annelik olduğunu söyleyip her kadının doğuracağı çocuk sayısına kadar telkinde bulunmayı kendinde hak gören, kadının bedenini sorgulayan, bedeni ile ilgili verdiği kararları kısıtlamaya çabalayan, başına gelen kötülüklerin değil, kadının ne giydiğinin ve hangi saatte nerede olduğunun hesabını soran bakış açıları ile karşı karşıya olduğumuzu artık biliyoruz.
Tüm bunlara inat, biz yapılan kötülükleri ifşa ederek bu kötülükleri yapmayı alışkanlık edinenleri rahat bırakmayacağız.
Tüm bunlara inat biz kendi kariyerimizi inşa ederken istediğimiz zaman, istediğimiz kadar çocuk yapıp, bu çocukların sorumluluklarını da babaları ile paylaşmak konusunda inatçı olacağız.
Tüm bunlara inat istediğimiz saatte, istediğimiz yerde istediğimiz amaç için, istediğimiz kıyafetlerle bulunacağız ve güvenliğimiz için sokakların bizim içimiz gibi ışıl ışıl aydınlık, aynı zamanda güvenli olmasını talep etmeye devam edeceğiz.
Tüm bunlara inat, önümüzdeki yerel seçimlerde kadınların oyunu isteyen yerel yönetimlere aday isimlerin kadının rahat yaşayabileceği şehirler kurması gerektiğini her fırsatta söyleyeceğiz.
Erkekleri de büyüten annelerin en önemli özelliğinin inatçılık olduğunu, çocuğu büyürken inatla sorduğu tüm sorulara aynı inat ve sabırla yanıtlar vermeye alışık kadınların, erkeklerin kendilerine kurdukları egemen dünyayı yıkmak ve bu dünyadaki haklı yerlerine kavuşmak için de aynı inat ve sabrı göstereceklerini söylemek isterim…
‘Sabırla koruk helva olurmuş’ diyen rahmetli anneannemin lafını da buraya ekleyeyim ve bizim o helvayı bir gün mutlak suretle yiyeceğimiz vurgulayayım.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde evinin içinde, evinin dışında, sosyal hayatta ve her durumda emek veren tüm kadınları kucaklarım…