Bir haftayı aşkın süredir bütün dünyanın, özellikle de Türkiye’nin gözünü kulağını ayırmadan takip ettiği savaş hali hakkında şimdiye kadar hiç yazmadım. Çünkü bilmiyorum pek Orta Doğu dengelerini, fakat iş o noktaya geldi ki, dengeleri bilmekten, savaş stratejileri öngörmekten, dünya liderlerinin çizdikleri haritaları gerçekleştirme hayallerini tahmin etmekten ötede durumlar var…
Konu nasıl başlamış ve gelişmişti önce oradan başlayalım…
Hepimiz biliyoruz ki, İsrail, güvenliğini gerekçe göstererek, sıkışık coğrafi konumunu da genişletmek amacıyla Filistinlileri yok etme politikalarını sürdüren, bunun yaparken de yöntem olarak terörü benimsemiş bir devlet. En azından benim gözümde durum bu.
Tam karşısında ise Filistin için mücadele ederken, terörü siyaset biçimi olarak benimsemiş bir örgüt olan Hamas yer alıyor.
Bir yanda İsrail halkı diğer yanda Filistin halkı bu iki terör grubunun arasında sıkışmış halde. Etraflarında ise acıları yarıştırmaktan ibaret bir politik yarış dönüp duruyor yıllardır…
Kadınların, çocukların ölmeye devam ettiği kan ve gözyaşı dolu savaş resimlerinde bu kez bir farklılık var. Konu İsrail-Filistin çatışmasının çok ötesinde, dünya için yeni bir kırılmanın fitili ateşlendi bölgeden…
İnsani olarak ortaya koymamız gereken iki gerçeklik var, bir kere onurluca yaşam hakkını savunmak için savaşmak başka, dans eden gençleri katletmek, bambaşka…
Diğer yandan Gazze’de çoluk çocuk demeden sivillerin üzerine açılan ateşler ve askerlerin hiçbir savaş suçundan yargılanmayacağına yönelik açıklamaların yaratacağı vahşeti bilerek körüklemek, Gazze’nin elektriğini, suyunu kesip, toplu kıyımlara yol açan bombalamaların güvenlikle alakalı olduğu da aynı derecede saçma…
Her iki eylemlilik halinin de doğrudan terörle ilintili olduğunu ve insanlık suçu olduğunu söylemek boynumuzun borcudur.
Analistlerin üzerinde en çok uzlaştıkları iki tezi de taşıyalım yazımıza o halde…
İlk tez şöyle; Hamas iki yıl süren çok başarılı bir planlama ile hiçbir güvenlik açığı oluşturmadan bu saldırıyı planladı ve İsrail gafil avlandı.
Bu teze pek güvenmediğimi belirtmek isterim…
İkini tez de şöyle; İsrail’in oluşturduğu istihbarat ağı ve elindeki teknolojik yatırımlarla bu baskın hazırlığını önceden tespit edememiş olması ihtimali zayıf. Bu durum ya İsrail’in böylesi bir savaşa başlamak için izin verdiği bir eylemdir ya da başka devletlerin baskıları neticesinde göz yumduğu bir eylemdir.
Ben bu ikinci teze daha çok tutunuyorum, çünkü bana daha mantıklı geliyor…
Bundan sonrasında Gazze’de, Filistin’de ve giderek Orta Doğu’da ne olur, nasıl olur, öngörebilmek zor. Bu işlerin Türkiye’ye etkilerini şimdiden dillendirmek ise iyi bir uzmanlık gerektiriyor. Yine de şunu söylemek mümkün; her gün daha da sıklaşan savaş ve terör çığlıkları korku iklimini tazeleyecek, savaş göçleri ve beraberinde getirdikleri sorunlar artacak, ülkelerin güvenlikçi ve otoriter yönetim ihtiyaçları doğacak, yeni terör örgütlerinin yolu açılmış olacak ve devletler güvenlik gerekçesi ile bu örgütlerle zaman zaman iletişim kurar hale gelecek.
Tüm bunlar olup biterken, dünyanın diğer tarafında kendini güvende hisseden bazı ülkelerin vatandaşları da televizyon battaniyeleri altında izledikleri görüntülerin ülkelerine yakın yerlerde yaşanmadığına şükredecek…
Beni çocukluğuma götüren ve her şeyin sil baştan yaşanacağının habercisi bir durum anlayacağınız…
Tek bir fark var bu kez…
Fısıltı gazetelerini belki siz de duyuyorsunuzdur. Önünden geçtiğiniz restoranın mola vermiş çay ve sigara eşliğinde konuşan garsonları arasında, evinizdeki musluğu tamir etmeye gelen tamircinin iki lafın belini kırma arzusu içindeki konuşmasında, bakkalın önünde birikmiş gençlerin kendi aralarındaki diyaloglarında…
‘Mücahitler ordusu birkaç güne gidiyor… Allah yolunda savaşmaktan daha mühim ne var… Şehitlik mertebesine erişmenin yolu açıldı…’
Gençler kendi aralarında Gazze’ye gidip Allah yolunda savaşmaktan bahsediyorlar. Mücahit ordusu aracılığı ile!
Diyanet İşleri Başkanlığının nezaretinde camilerde oluşturulan Gençlik Kollarının içinden çıkan Mücahit Ordusu’na namazlarını kaza yapanların dahi alınmadığı, ordunun öyle mübarek insanlardan oluştuğu da aynı fısıltılar arasında dolaşıyor.
Araştırmalarım beni bu konuyla ilgili sadece 2019 yılında Rıfat Serdaroğlu’nun yazdığı bir uyarı yazısına yönlendirdi. Bunun dışındaki durum gerçekten de sağda solda gençlerin arasında fısıltı halinde dolaşan konuşmalardan ibaret.
Ama konuşmaların mesnetsiz olmadığını, gençlerin önümüzdeki birkaç günlük süreçte bölgeye gitmek üzere bir tür hazırlık içinde olma ihtimalinin bulunduğunu da belirtmek gerekir.
Eminim güvenlik güçleri bu konuyu yakından takip ediyordur. Çünkü savaşmakla ilgili hiçbir eğitimi olmayan, (en azından benim böyle bir eğitimleri olmaması için temennide bulunduğum) gençlerimizin göz göre göre ölüme gitmeleri olacak iş değil.
Elbette bunun önüne geçilecek, konuyla ilgili gereken önlemler alınacaktır.
Fakat ülkemizi bekleyen bir diğer tehlikenin de böylesi bir gerçeklik olduğu unutulmamalı!