Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Koltuk benim, ben koltuğun, el ne karışır!

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyenlerin gözleri dün akşam itibariyle yine ekranlara kilitlendi. 12 gündür konuşmayan, yaşanan yenilginin ardından ciddi bir açıklama yapmayan ve örgütün ısrarı ile partinin kurultay sürecini başlatan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ilk kez gazetecilerin karşısında soruları yanıtlayacaktı.

Eğri oturup doğru konuşalım; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gazetecilerin sorularını yanıtlaması ile Kılıçdaroğlu’nun basının karşısına çıkması birbirinden çok ayrı kavramlar.

Sezar’ın hakkı Sezar’a…

Gazetecilerin ellerine tutuşturulmuş sorular yok, ‘Beni üzmeyin, konunun etrafından dolaşın’ uyarıları yok, ellerini ovuşturup ceket ilikleyenlerin yerinde kalemi kağıdı ile çatır çatır soru sorup halk adına cevap isteyen gazeteciler gördük.

İşin bu kısmı güzel, çünkü zaten Cumhurbaşkanının seçmenleri ile Kılıçdaroğlu’nun seçmenlerinin davranış beklentileri birbirinden çok farklı. Cumhurbaşkanını seçenler gücün ve korkunun dağları nasıl da titrettiğini görmeyi tercih ederken, Kılıçdaroğlu’nun seçmenleri hesap verilebilirliği görmek isteyenlerden oluşuyor.

Şimdi de sıra hesabın verilip verilmemesine gelsin o halde…

Gerçi dün akşamdan bu yana sosyal medyada yapılan paylaşımlar, dolaşıma giren videolar ve pek çok gazetecinin anlık açıkladıkları görüşleri, hesap verme çalışmasının iyice ayağa sıkma çabası ile eşdeğer olduğunun altını kalın kalın çizdi.

Ben de kendi değerlendirmemi yapıyorum şimdi;

Seçimlerden önce ‘her sandıkta şu kadar kişi görevlendirdik…’ biçimli açıklamalar yapılırken, seçimlerden sonra gelen bilgiler; ‘17 bin sandıktan veri alınamadığı’ yönünde olunca, vatandaş ‘oylarımızı koruyamadınız mı?’ demişti. Bu sorunun doğru ve tatmin edilebilir bir yanıtını alamadık dün akşam itibariyle.

Bu önümüzdeki seçimlerde muhalefetin hanesine ne yazar?

Sandığa gitmeyen bir seçmen kitlesi yazar… Oylarının korunmadığını düşünen seçmen, sandığa gitmek için zahmet etmeyebilir, mümkündür…

Doğrusunu söylemek gerekirse, CHP seçmeninin büyük bölümü ülkedeki değişimlerden en az etkilenecek kitle olduğunu sıklıkla lanse eden kesim olduğundan ve pek çok kişinin korku senaryolarına yönelik B planı olduğundan, bir koyvermişlik görülebilir…

Bence ikinci önemli soru; ‘kırsalda ve deprem bölgesinde neden muhalefetin varlığını hissedemedik?’ sorusuydu.

Zira yaşanan onca sıkıntı ve özellikle uygulanan kötü tarım politikaları nedeniyle muhalefetin en çok kırsalda etkin olması beklenirdi. Deprem bölgesini anlatmaya dilim bile varmıyor…

İlginç bir açıklama geldi Kılıçdaroğlu’ndan;

Kırsalda insanlar küçük paralarla geçinebiliyorlar, ekonomik sıkıntıyı en çok şehirlerde yaşayanlar hissediyor” dedi. Ekonomik sıkıntının etkileri açısından bakıldığında doğru bir cevap olabilir bu, ancak asıl sorunun yanıtı değil.

CHP neden ulaşamıyor kırsala?

İki seçim süreci arasındaki yıllarda CHP gibi zengin bir parti, onlarca sosyolojik araştırma yaptırarak toplumun psikolojisini, davranış biçimlerini inceleyebilirdi kırsalda.

Yakın süreçte ‘AK Parti neden kazanıyor?’ başlıklı yazımda belirttiğim bir araştırmanın sonucunun da bu konuda çok değerli olduğunu düşünüyorum; güçlüden yana tavır alıp kendini güvende hissetmek psikolojisi hakim çoğunlukla insanımızda.

Bölgedeki politik söylem, sevgi dilinden daha çok güç gösterisine yönelik olsa daha etkili olunurdu tahminime göre.

Elbette partinin seçim politikalarını belirleyen ekipler benden daha bilgili ve daha bilimsel yaklaşıyorlardır konuya, bunu ilk tur ile ikinci tur arasında hızla strateji değiştirmelerinde de gördük. Haliyle, aynen devam…

Son olarak, ‘koltuk benim, ben koltuğun el ne karışır…’ kıvamındaki tavrın daha ne kadar devam edeceğini anlamaya yönelik sorulara verilen yanıtlara da bir bakalım;

‘Neden istifa etmediniz?’

“O akşam oturup konuştuk. Nasıl bir yol yöntem izleyelim diye? Önce PM ve MYK’yı topladık. Grubumuzu topladık. Sonrada oturduk şu karara vardık: Eleştirileri aldık, baktık. Kurultay kararını aldık. Yetkiyi yine partililerimize bıraktık.

Hayır, aslında tam olarak öyle olmadı. İlk etapta istifanızı gerekli görmediniz, hatta MYK’nın istifasını da gerekli görmediniz. Bu konudaki kulis bilgileri çok sağlam. Ancak örgütten ciddi bir baskı gelince, MYK’nın istifasını istediniz. Yetmedi, mecburen kurultay takvimini açıkladınız.

Bence seçim sonuçlarını aldığınız ilk akşam;

Onurlu bir mücadele verdik, ancak istediğimiz sonuçlara ulaşamadık, makamımızı genç arkadaşlarımıza devretmenin ve tecrübelerimiz ile partiye katkı sunmanın zamanı gelmiştir” diyen bir açıklama yapsaydınız.

Bugün kahramandınız, bugün herkesin ‘istifa et!’ diye bağırdığı adam değil ‘Kemal dede…’ dediği adamdınız…

Buraya kadar hem fikirsek, sanıyorum süreci benim gibi yakından takip eden herkesle hem fikirizdir, bundan sonrasına da bir bakalım;

‘Kurultayda aday olacak mısınız?’

“CHP Genel Başkanları için adaylık önce gelmez. İlk önceliğimiz ülkemiz, sonra partimizdir. Sonra Genel Başkanlık gelir. Aday olup olmamamın bir önemi yok. Ben adayım demem. Genel başkan seçimli bir kurultay olacak. Ben bugüne kadar hiç çıkıp ben adayım demedim. Bu partinin yetkili organları karar verecektir.

Teşekkürler…

Yani sizi aday gösterecekler ve bu durumda ya tek adaylı bir kurultay göreceğiz ya da CHP’lilerin hep söyledikleri gibi; ‘Bu yapı ile Kılıçdaroğlu’nun karşısında Atatürk gelse kazanamaz’ biçimli bir yarış bizi bekliyor olacak…

Gerçekten çok demokratik… Örgütleri doğrudan genel başkanına bağlı bir parti yapısında CHP bir kişi partisi olmaktan giderek uzaklaşıyor…

Not olarak vurgulamak gerekir, eğer partide genel başkanlık makamı dahil ciddi bir değişime gidilmezse, önümüzdeki yerel seçimler için çalışacak örgüt de oy vermeye tenezzül edecek seçmen de bulamayabilirsiniz…

 

 

HABERLER