İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, Meclis’e gitmeden şehrin sorunlarını gündeme taşımaya başladı. Sendikacı olmaktan kaynaklanan refleksi ve yıllardır alanlarda olmanın getirdiği tecrübeyi birleştirerek, Türkoğlu’nun Bursa için Ankara’da en çok konuşan vekillerden biri olacağını tahmin etmek güç değildi.
Bu konudaki mesaisine zaman kaybetmeden başlaması ayrıca sevindirici.
Ancak bahsettiği konu hakkında mevcut iktidarın bir tedbir almaya çalışacağını düşünmek biraz hayalperestlik gibi…
Bursa’nın trafik meselesinden sonra gelen en önemli konularından biri gettolaşma biçiminde yaşam alanları oluşturma gayreti.
Aslında bu gayreti, tüm kendisini farklı hisseden topluluklarda görüyoruz. İstanbul ya da Ankara gibi her mahallede her milletten insanın yaşadığı bir kozmopolitlikten ziyade, belli bölgelerden gelen kişilerin adeta daha önceden belirlenmiş mahallelerde toplanması ve bu mahalleleri kendileri için kurtarılmış bölge ilan etmesi, belki de büyükşehirler arasında sadece bizde görülen bir özelliktir!
Kozmopolit bir yaşam sürmeyen insanların birbirleri ile kaynaşmaları elbette mümkün olmuyor, hatta adeta getto haline gelen bu mahalleler, başka mahalle insanları için güvenli olmaktan da çıkıyor. Zira her mahallenin kendine has kuralları ve o mahalleden geçebilecek insan profilini belirleme özgürlüğü doğuyor.
Şimdi şehrimizin kendine has yerleşme geleneğini özetlediğimize göre konumuza dönebiliriz;
Konu malum, Bursa’nın gettosu haline gelen Çarşamba…
Halkın arasında konuştuğu adı ile Küçük Halep!
Bu durumda Küçük Şam olarak da Balıklı ve Başaran bölgesini işaret edebiliriz, ama şimdilik yazı konumuz, Suriyeli göçmenlerin mesken tuttuğu; önce yavaş yavaş yerleştikleri, ardından adeta kurtarılmış bölge haline getirdikleri semtte Türkleri barındırmamak için ne gerekiyorsa yaptıkları Çarşamba…
Selçuk Türkoğlu’nun konu aldığı durum dünden bugüne gerçekleşmedi elbette.
Suriyeli göçmenlerin ülkemize büyük kalabalıklar halinde geldikleri ilk yıllara bir dönelim.
Önce ederinden fazla para ödeyerek kiracı ya da mal sahibi oldukları bölgede daha sonraları cebren elde edilmeye başlandı dükkanlar. Esnaf korkutuldu, taciz edildi, şiddete uğradı, sonunda evinden, dükkanından çıkmak zorunda kaldı.
Hiç kimse itiraz etmesin bu söylediklerime, bizzat Çarşamba’nın göbeğinde oturan, sonunda da ‘İki çocuğumla artık burada yaşamakta zorlanıyorum’ diyerek evini, yerini terk edenlerden biliyorum anlattıklarımı.
Bugün Çarşamba’da Suriyeli esnaf dışında iş yapan çok az dükkan bulunuyor…
İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu ise konuyu şöyle özetliyor;
“Hepimizin gözü önünde ülkemizin nüfus yapısı bilinçli bir politika ile değiştirilmektedir. Pek çok şehrimiz gibi Bursa da artık ayan beyan belli olan bu işgal politikasının kurbanı olmaktadır.
Sayıları sadece Bursa’da 300 bin mi 400 bin mi olmuş, kimselerin bilmediği sığınmacılar, giderek yerleşik düzene geçmişler ‘kalıcı vatandaş’ statüsünde yaşamaya başlamışlardır.”
Eeee… Vatandaş zaten onlar…
Hatta pek çoğu devlet imkanlarına bizden daha kolay ulaşabilen ayrıcalıklı vatandaşlar.
Hiç kimse kusura bakmasın, bu cümlelerin ırkçılıkla, aşırı milliyetçi duygularla falan ilgisi yok.
Bölgenin bilinçli bir biçimde demogojik kayma yaşadığını, bu kayma neticesinde mevcut durumdan memnun olmayan bizim vatandaşlarımızın da ‘beyin göçü’ diye adlandırdığımız biçimiyle ülkemizi terk ettiğini bir kez daha anlatmaya gerek yok sanırım.
Misal Almanya uzun süredir ‘Nitelikli göç yasası’nı tartışıyor.
Neden?
Genç işgücü kalmadığı için elbette…
Yine de eğitim düzeyinden yapabildiği işin niteliğine kadar pek çok konuda eleme yapmadan dünyadan işgücü almayacak.
Bizim sınırlar malum, elek…
Bizim nitelikli işgücümüz Almanya ya da başka Avrupa ülkelerine gidiyor ve gitmeye devam edecek, çünkü diğer Avrupa ülkeleri de benzeri bir durumda. Bizim ülkemize de Ortadoğu’dan demografik kayma yapılacak, zaten yapılıyor, yapılmaya devam edilecek…
İşin bundan sonrası büyük bir soru işareti işte…
Ne diyorlardı adına ‘Sessiz işgal’ mi?
Sanki giderek çok sesli olmaya başladı gibi…
Selçuk Türkoğlu’nun konuyla ilgili yorumu ile bitirelim yazıyı;
“Sığınmacılar için Avrupa’nın güvencesi olma uğruna adeta cennet haline getirilmek istenen ülkemiz, kendi öz vatandaşımız için adeta cehenneme çevrilmektedir.
Vatanımızın selameti için tek çözüm, bu insanların artık savaş riskinin de ortadan yavaş yavaş kalktığı, hayatın giderek normale döndüğü kendi ülkelerine, doğup büyüdükleri öz topraklarına bir şekilde döndürülmelerini sağlanmaktır. Başka da yolu yoktur.”