Seçimlerin en büyük vaadi olan memur, emekli ve asgari ücretlinin maaşlarına yapılacak zamlar birbiri peşi sıra gerçekleşti. Büyük müjdeler biçiminde duyuruldu her bir zam haberi. Vatandaşın haberi iyice içine sindirmesi ve hükümeti takdir etmesi için de tüm müjdelerin arasına birkaç gün koyuldu.
Ancak işin garip olan tarafı şu ki, hiç kimse kendisine uygulanan zam oranından memnun değil. Memurlar da tıpkı emekliler gibi ‘en düşük maaş’ kıskacına alınarak yoksullukta birleştirilmeye çalışılırken, memurlar arasındaki eğitim farkı fark olmaktan çıktı bu düzenlemeyle.
Asgari ücretlinin henüz cebine koyamadığı maaş artış oranı alım gücünü çoktan kaybetti, çünkü asgari ücrete zam geldiğine yönelik haberin yayınlanmasının hemen ardından marketlerdeki ürün fiyatları derhal arttı. Fiyatı devlet tarafından belirlenen ürünlerin fiyatını da zaten devlet artırdı.
Amaç kaybolan alım gücünü yerine koymak değil de dostlar alışta verişte görsün misali bir davranış içinde bulunmakmış gibi herkes de artık bu zinciri normal karşılar oldu.
İşin bir de ‘maaşa zam işe son’ kısmı var, unutulmaması gereken. Pek çok küçük işletme için asgari ücretin kendisine maliyeti hayli yüksek olduğundan işçilikten kısma yoluna giderek işten çıkarmalara başladı mecburen işveren…
Sonuçta ortada bir maaşlara zam müjdesi var, ama kimse içinde bulunduğu durumdan memnun değil, buna patronlar da dahil.
Hele hele işçinin asgari ücretinin 11 bin 500 lira olup memurun asgari ücreti olan en düşük memur maaşının 22 bin lira olarak belirlenmesi tüm bu belirlemeleri de aynı kanalın, yani hükümetin yapıyor olması en ilginç tarafı işin.
Anlaşılan o ki, bizim ülkenin işçileri başka bir boyutta, memurları başka bir boyutta yaşıyor. Aynı zaman boyutunda ve aynı ülkede yaşayan işçi ve memur kesiminin en düşük maaşlarının arasındaki bu uçurumu ben başka türlü açıklayamıyorum çünkü…
Dikkatinizi çektiyse bu kıyaslamaya en düşük emekli maaşını katmadım bile…
En düşüğü 7 bin 500 lira olan bu maaş ile bir ay yaşamak için yaşının ucuna gelmiş insanların neler çektiğini yakın çevrenize şöyle bir bakarsanız rahatlıkla görürsünüz.
Bir diğer taraftan memur maaşlarına tepkiler de gelmeye başladı sendikalardan. Eğitim İş Cumartesi günü meydanlara inerek;
“Yoksulluk sınırının 40 bin TL’ye dayandığı bir düzlemde, 22 bin TL. aldatmacası sarı sendikaları mutlu etse de biz susmayacağız! Taban aylığı, ek dersleri ve diğer ücretleri kapsamayan seyyanen zam aldatmacasıyla emeğimizin daha fazla sömürülmesine seyirci kalmayacağız! Yoksulluk sınırının altında bir ücreti kabul etmiyoruz!” diyecek…
Ücretli kesimin tepkileri sürüyor, market raflarındaki etiketler de değişmeye devam ediyor…
En son KDV oranlarına yapılan artışla birlikte temizlik ürünleri ve kişisel temizlik malzemelerinin fiyatları da epey bir yükseldi. Benim çamaşır deterjanım bir gün içinde 30 lira zamlandı mesela…
Senenin en sıcak günlerini geçirdiğimiz şu süreçte kokuşmamıza çeyrek kaldı da hükümetin haberi yok…
Hazır zamlardan ve sıcak günlerden bahis açılmışken, damacanası 47 liraya dayanan hazır su fiyatlarına da dikkat çekmek isterim.
“Biz bu zamları akaryakıt fiyatlarındaki artış nedeniyle utana sıkıla yapıyoruz. Aslında şu su, 10-11 liraya satılmalıydı!” diyor bizim sucu…
İşin garip olan tarafı tüm tüketim ürünlerine olduğu gibi suya da birbiri peşi sıra gelen zamlardan şikayetçi olan kimsenin olmayışında…
Yani düşünün; vatandaşın aynı oranda hazır su tüketiyor olması, bir buçuk yıl içinde 17 liradan 47 liraya çıkan fiyatları hiç kafasına takmıyor oluşu, ürünün satıcısında dahi büyük şaşkınlık yaratıyor.
Anlayacağınız ülkemizin yaşam standardı orta, ortanın üstü ve yüksek olan yüzde 10’luk kesiminde büyük bir değişiklik yaşanmıyor.
Tatil beldelerini dolduran, fiyat artışlarına aldırmayan, lüks restoranların kapılarında kuyruk bekleyen bu kesim için bir sorun yok, sorun geriye kalan ve en düşük emekli maaşı, en düşük işçi maaşı, en düşük memur maaşı gibi maaşların en düşüklerinde buluşan yüzde 90’lık kesimde.
Onları da alanlarda görmek isteriz Eğitim İş’e destek vermek adına, ama nerdeee…