Çok değil bundan 25-30 sene öncesinde bu ülke, insanların kapılarını kilitlemeden evlerinden çıktıkları, hatta kapılarının üzerine bir ip takmak marifeti ile eş, dost, akrabanın gelişine onlar daha gelmeden sıcacık bir ‘merhaba’ dedikleri yerdi…
Akşamları yemekten sonra kışsa ev gezmelerine, yazsa parklara, çay bahçelerine gidilirdi. Öyle her yere de yanlarında bir erkek nezaretinde gitmezdi kadınlar… Alıp başlarını, ellerinde çantaları, yanlarında çocukları ile güle oynaya giderlerdi gönüllerini şenlendirmeye…
Benim çocukluğum da böyle geçti, gençliğim de böyle geçti…
Gözümüz karanlıktan, ‘gece vakti oldu’ kavramından, sapa sokaklardan korkmadı, korkmamıza gerek yoktu, neden olsundu…
Sonra ne oldu, nasıl oldu, hangi ara oldu hep sorgulanacak olan sosyolojik çürüme hadisesi ile birlikte kadınlar sinik, silik tiplere dönüştürüldüler. Toplumsal hayatta sinmeye itiraz edenlere de kolaylıkla yapıştırılan ‘gizli ilişkisi var’ damgasını vurdular alınlarının tam ortasından. Manisa-Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay bu konuda hala kendisini aklamaya çalışıyor, hem de ciddi bir hastalıkla mücadele ederken bunu yapmak zorunda bırakılıyor mesela…
Bir kadının bir erkeğe itiraz etmesi görülmedik işmiş gibi davranılmaya başlandı. Kadının söz hakkı olmadığı gibi kendisine dayatılan her türlü yaşam biçimini kabul mecburiyeti de doğdu. Kabul etmeyenlerin sonunun doğal bir seleksiyona maruz kalmış gibi şiddet ve cinayet olacağına kesinmiş gözüyle bakmamız sağlandı.
Giyime kuşama karışıldı. İlk şort giyen kadınların sokak ortasında dövülmesiyle başladı sanırım hadise. Belki daha öncesi de vardı en bariz senaryoların, ben kaçırmış olabilirim. Sonrası tufan zaten…
İthamlar hep şiddete uğrayan, dövülen, yaralanan, hatta öldürülen kadına yönelikti ve hep aynıydı; ‘Ne işi vardı orada o saatte, öyle giyinirse böyle olur, dikkat etseymiş o zaman, kocanı doğru seçeceksin, o da yolluymuş zaten…’
Erkek korundu, kollandı, meseleye namus meselesi gözüyle bakıldı, öylesine çoğaldı ki, örnekler her şey normalleşti toplumun gözünde. Aslında hızlı ve kötü kokulu bir çürüme hadisesinin tam ortasında olduğumuzu üzerimize sıkılan hacı misi notalı parfümden olsa gerek kimse anlamadı, hep ‘bana dokunmayan yılan…’ dendi.
Muhtemel en çok kız çocuğu analarının yüreği sızladı, hatta kalbi ağzında attı. O şortlu kadınlara ilk tekme atıldığından beri ben de pek çok hemcinsim gibi kızlarımı baskılamadan ve güvenle bu ülkede nasıl yaşatırım diye düşündüm hep.
Ben düşünürken kadın cinayetleri arttı, politikleşti, tıpkı akademik mesleklerin itibarsızlaştırılması gibi kadın cinayetleri de önemsizleştirildi, olağanlaştırıldı ve giderek daha canileşti…
“Samuray kılıcıyla bir ruh hastası tarafından Başak Cengiz gibi otobüs beklerken öldürülmeden, hayatımda hiç görmediğim bir adam cezaevinden çıkıp av ararken beni gözüne kestirdiği için evimin önünde Ceren Özdemir gibi katledilmeden, şımarık bir erkek öğrenci tarafından mesleğimin gereğini yaparken Ceren Damar gibi silahla vurulup bıçaklanarak hayattan koparılmadan, boşandığım erkek tarafından evladımın gözü önünde Emine Bulut gibi boğazımdan bıçaklanarak öldürülmeden, ne idüğü belirsiz bir canavar tarafından parçalara ayrılan vücudum surlardan annemin önüne İkbal Uzuner gibi atılmadan, öldürülmeden yaşamak istiyorum…” diyerek sosyal medyadan seslerini duyurmaya çalışan pek çok kadının içindeki yangını yaşıyorum, yaşıyoruz yine…
Ülkede uyuşturucu kullanma yaşanın 9 gibi trajik bir rakamla açıklandığının altı giderek daha seyrek çizilirken, uyuşturucu ile mücadele komisyonları kurulmasına hem belediyeler nezdinde hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AK Parti ve MHP oyları ile gerek görülmezken, uyuşturucudan, hırsızlıktan, tacizden, gasptan, adam yaralamadan… Toplamda 10-15 kaydı olup elini kolunu sallayarak dolaşanlar yüzünden sokakların güvenliğinden artık söz edilemezken, benim çocukluğumdaki kilitlenmeyen kapılardan alarm taktırılan evlere geçilirken, bir de yaşanan o trajik hadisenin üzerine Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, suçlu olarak televizyon yapımlarını ve video oyunlarını işaret ediyor…
Öyle vatandaşın karşısına çıkıp mertçe konuşmak da yok artık. Zaten her şey ‘mış gibi’ yapıldığından sosyal medyadan uyduruk bir mesaj paylaşma gereği duyan Oktay Saral,
“-Gündemi büyük bir üzüntü ve öfke ile takip etmekteyiz. Öyle bir çağdayız ki; nereden, kimden, nasıl ya da ne şekilde bir zarar gelecek anlayabilmek mümkün değil.
-Gençler başta olmak üzere tüm toplumumuzu bu ruh hastası yaratıklardan muhafaza etmeli, sapkın düşünceleri özendirici her türlü yayın ve yapımdan uzak tutmalıyız.
– Televizyon dizileri, sabah programları, video oyunlarının hepsi bir filtreden geçirilmeli gerekirse yasaklanmalı ve yayından kaldırılmalıdır.
-Art arda yaşanan bu vehim olaylarda suçu gerçekleştiren, gerçekleştirilmesine vesile olan, yardımda bulunan herkes büyük bir titizlikle incelenmeli, gereği ivedilikle yerine getirilmeli, ceza sistemi ağırlaştırılmalı ve bu halkın takdirine sunulmalıdır.
-Aksi halde olanlar karşısında aklımıza mukayyet olmak ve sakin kalabilmek mümkün değildir. Cezalar yerini bulunca, toplumun içi bir nebze olsun soğuyacaktır” demiş.
Yine bir algı yaratma peşinde herkes. Sanki 23 yıldır bu açıklamaları yapanlar yönetmiyormuş gibi ülkeyi bir şikayet, bir ajitasyon evlere şenlik…
Tüm bunlar yaşanırken, ülkenin huzurundan sorumlu İçişleri Bakanı ne yapıyor denseniz hemen söyleyelim; İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da yine sosyal medya hesabından bir paylaşımla TEKNOFEST güzellemesi yapıyor. Üstüne de yazıyor kocaman; ‘Türkiye’nin Huzuru’ diye…
Sizin göreviniz TEKNOFEST güzellemesi yapmak mı Sayın Bakan? Bırakın işin o kısmından sorumlu bakan ilgilensin TEKNOFEST’le. Siz bir zahmet sokakları suçlulardan arındırın, uyuşturucudan arındırın, Türk Polisinin bin bir fedakarlıkla yakaladığı suçluları adliyenin arka kapısından uğurlamak yerine cezalarını en üst düzeyden çekmek üzere hapishanelere gönderin.
Ya sizin bu ülkede olanlardan haberiniz yok ya da haberiniz yokmuş gibi yapıyorsunuz. Deve kuşu da başını kuma gömdüğünde saklandığını sanıyor, ama küçücük kafası saklanırken kocaman vücudunun dışarıda olduğu gerçeği değişmiyor!
Kadınlar, geçmişinde bin bir suçtan hüküm giymiş, sokaklarda elini kolunu sallaya sallaya gezen psikopatların arasında yaşam mücadelesi verirken, 8 yaşında bir kız çocuğunun cinayetinin soruşturulması önerisi meclis açılır açılmaz ilk oylamada reddedilirken, kadın cinayetlerinin üstü basın yasaklarıyla kapatılmaya çalışılırken, kadınları korumaya yönelik en ufak bir yasa, öneri üzerine bile çalışılmazken, bakanlarla vatandaşların dünyasının çoktan ayrıldığını da hissediyor insan…
Durdurmak üzere adım atılmadığı sürece söylemekten çekinmeyeceğim; ‘kadın cinayetleri politiktir!’