Bu şehrin müzmin sorunları var biliyorsunuz. Bunlardan biri, tek ana arter üzerinde ilerleyen, dolayısıyla, alternatif yollar üretilmeden çözüme ulaşması mümkün olmayan şehir içi trafik, diğeri de Nilüfer Deresinin salına salına tüm şehri dolaşan sularının bir türlü temizlenemiyor oluşu.
Ben mesleğe başlayalı şöyle bir 30 yıl kadar oluyor, Nilüfer Deresi o gün de günün sanayi atığını dereye salan tesinin tercih ettiği renge göre; mavi, yeşil, kırmızı ya da kahverengi akıyordu, bugün de durum değişmedi…
Derenin durumu ovaya sanayi kurulmasına karar verilmesi, bununla birlikte gelen çarpık yapılaşmanın önüne geçilmemesi sürecinden bu yana böyle…
Dönemin en şenlikli Belediye Meclis Üyelerinden, babamın da çok sevdiği arkadaşlarından Şemsettin Şen’in söylediğine göre, bir zamanlar derede balık tutulur, etrafında piknik de yapılırmış.
Hatırlıyorum, Erdem Saker döneminde Nilüfer Deresinin temizlenmesi ile ilgili bir seferberlik başlatılmış, kendi çapında bir başarıya da ulaşılmıştı. Derenin artık temiz aktığını, hatta içinde balıkların yaşadığını ispatlamak için Şemsettin Şen’in dereye girip eline alabalıklarla kameralara verdiği pozu hala aklımda.
Kabul, dere o zaman da pek temiz değildi, ama uzun zamandır en temiz olduğu halinde kaldı birkaç yıl. Sonrası yine hüsran…
Bu konu hep konuşulur, burası muz cumhuriyeti olmadığından, atıkların öylece derelere bırakılmasını önleyecek kanunlar, yönetmelikler falan da mevcut, fakat gelin görün ki, kanunu kitabı pek takan yok. Zaten hep söylediğim gibi, biz önce sıkı sıkıya kurallar koyar, sonra bu kuralların arkasından nasıl dolanacağız onu düşünürüz. Dolayısıyla dere etrafında konuşlanan özellikle tekstil işletmeleri, atık sularını hiç arıtma kullanmadan öylece bırakıverdiklerinden sorunun çözümü yoktur, denetleyeni, ceza keseni, hesap soranı zaten yoktur…
Bu kadar iç kararttıktan sonra, artık yerel yöneticilerin dışında da konuya eğilenlerin olduğuna yönelik bir müjde vermek isterim size. Geçtiğimiz günlerde BUSİAD’ın 2024-2025 Çalışma takvimi hakkında basını bilgilendirmek adına düzenlediği basın toplantısında özel bir başlık açıldığını öğrendik Nilüfer Deresi için.
Çalışmanın adı; “Tertemiz Nilüfer Çayı-Nilüfer Çayı Raporu.”
Konuyla özel olarak BUSİAD’ın Avrupa Yeşil Mutabakatı Çevre Grubu Sorumlusu Hüsamettin Çoban ilgileniyor.
Çok muhataplı bir konu Nilüfer Deresini temiz akıtma meselesi. DSİ, Tarım İl Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve belediyeler… Muhataplık konusunda çok başlılık olunca, konuyu üstünden atmak konusunda da bir o kadar kaçış noktası oluşur. Bunun altını kalınca bir çizmek isterim.
Bundan sonraki bölüm de şöyle ilerliyor; Nilüfer Çayı Uludağ eteklerinde birinci sınıf su olarak doğuyor. Hani al bardağına koy, kana kana iç cinsinden kaliteli bir su. Karacabey’den Marmara’ya döküldüğü yerde ise dördüncü sınıf bir suya dönüşüyor. Üstelik kaynaktan çıktığı haliyle denize döküldüğü hali arasında ciddi bir debi farkı var.
Konuyla ilgili Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın bir toplantı esnasında, “Nilüfer Deresinin etrafında 4 bin tane işletme var, bu işletmelerin dereye bıraktıkları atık suları olmasa o dere Marmara Denizine kadar akmaz” dediğini de biliyoruz.
Nasıl desem, bir zamanlar hepimizin yaşadığı minik sokakların ortasından geçen suyolları vardı, hatırlar mısınız bilmem… Annelerimiz sırayla sokağın başındaki logara kadar süpürürdü oraları her gün… İşte sanayinin suyolu olmuş anlayacağınız Nilüfer Deresi, bu sözler de en açık kanıtı.
Derenin suyu tarımsal sulamada kullanılıyor, ancak gelin görün ki, kurbağaların bile yaşamadığı bir su kalitesi var ortada. Balık ölümleri ile sıkça gündeme geliyor.
Bunlar yıllarca oldu, olmaya devam ediyor, biz de arada sırada yazıyoruz sorunları, fakat bir çözüm yok elbette ve sonunda Nilüfer Deresinin kirliliği ile de Türkiye gündemine oturmayı başardık.
Hani demiştim ya, mavi, yeşil, kırmızı her renk akıyor dere diye, Sözcü Gazetesi Yazarı Uğur Dündar da;
“Nilüfer’in kaynağındaki berrak rengi, Bursa Ovası’na yaklaştıkça değişip koyulaşıyor. Hatta sanayi bölgelerinden geçerken, o senenin giyimde moda rengi neyse, o rengi alıyor. Çünkü boya fabrikalarının kimyasal atıkları, hiçbir arıtmadan geçirilmeden Nilüfer’e bırakılıyor!” diye yazdı.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve DSİ’ye ortak bir eylem planı hazırlama çağrısında bulundu.
Bizim yıllardır yazdığımızı dikkate alan pek çıkmadı şimdiye kadar, umarım Dündar’ın yazdıkları dikkate alınır, çağrısı karşılık bulur.
Önümüzde hazır örnek de var. CHP’li efsane belediye başkanlarından Yılmaz Büyükerşen’in Porsuk Çayını nasıl ıslah ettiğini bilmeyen yok.
Hatta Yeniden Refah Partisi Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın’ın bu konudaki çözüm önerisi bana son derece mantıklı gelmişti. Özetle; ‘Kirleten öder’ diyordu Yalçın ve Nilüfer Deresinin etrafındaki 4 bin sanayi tesisinin dereyi kirletme kapasitesi oranında derenin ıslahı projesine destek vermesini savunuyordu.
Ben bu fikri çok beğenmiştim.
Benim kirletmediğim derenin temizlenmesi için neden benim verdiğim vergilerden bir ödenek ayrılmaya çalışılsın ki, bence de kirleten ödesin, bu şehirden kazanırken yerine getirmesi gereken sorumlulukları yerine getirmeyenler, görevlerini yapsın, deremizi temizlesin, öyle değil mi?
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in de Nilüfer Deresine karşı boş olmadığını, her fırsatta çevreci politikalar çerçevesinde derenin ıslahının yapılması, içinde balıkların olduğu, etrafında piknik yapıldığı eski haline döndürülmesi gerektiğine değindiğini biliyoruz.
O halde, yerel yönetimlerle sanayicilerin el ele verip yapamayacağı iş olmadığını da bildiğimize göre neden hemen bir Nilüfer Deresi Islah Projesi Kampanyası başlatmıyoruz ki…