Yasemin Güler
Yasemin Güler
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Partizanlık değil insanlık lazım

Felaketin üzerinden tam bir yıl geçmiş…

Geçmiş demek manasız geliyor aslında, o kara gecenin bize getirdiği ne kadar kötülük varsa yapışıp kaldı üzerimizde, gitmiyor, biz içinde debelendikçe daha da batıyoruz sanki…

Bir yıl önce nasıl bir yaşam hayal ettiğini düşünenler, şimdilerde nasıl bir ölümün onları beklediğini düşünme evresine geçtiler. Hepimiz kapısını kapattığımızda kendimizi güvende hissettiğimiz evlerimizin aslında kumdan kalelerle eşdeğerde yerler olduğunu çoktan anladık diye düşünüyorum. Bir de yemyeşil dümdüz ovaları bırakıp da dağ yamaçlarına köylerini kuran atalarımızın bizden çok daha öngörülü ve şehirleşme bilinci içinde olduklarını fark ettiğimizi düşünüyorum.

Kısacası yüzyıllarla birlikte ileriye gitmesi gereken bilinç düzeyini geriye doğru hareket ettirmeyi başaran Türkiye’de bir yıl önce yaşadığımız karanlığın da giderek çoğalması boşa değil.

Depremi unutmadık belki, çünkü biz de yaşayabiliriz korkusu yerleşti bir kez yüreklere, fakat depremzedeleri unuttuk, hatta en sevdiklerini, evlerini, işyerleri, dolayısıyla kendilerini kaybeden bu insanlara karşı tehditvari konuşmalar yapmayı da hak bulduk kendimizde.

Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı!” cümlesinin depremden sonra sarf edilen en acı cümlelerden biri olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim doğrusu. Depremin üzerinden bir yıl geçmişken, depremin yaralarını sarmakla mükellef bir hükümetin en başındaki ismin ağzından çıkan bu sözler yarayı kanatmıştır demekle yetinmek istiyorum.

Bugün her ne kadar;

Hayatımızın hiçbir döneminde ayrımcılık yapmadık, yapmayız. Birileri Hatay’da söylediğimiz hükümet ve yerel yönetimlerin işbirliğine işaret ettiğimiz ifadelerin üzerinde tepiniyor. Yıllardır şu hakikati sürekli dikkate getiriyoruz. Hükümet olarak biz tüm belediyelere bütçeden almaları gereken payı eksiksiz gönderdik. İstanbul’undan İzmir’e, Ankara’sından Hatay’a muhalefet belediyelerinin şehirlerine hak ettiği hizmeti kazandıramamasının tek sebebi beceriksizlik, iş bilmezlik ve başka hesaplar peşinde koşmalarıdır” sözleri söylense de kanayan yara kapanır mı, yürekler soğur mu bilemiyorum.

Çünkü gözler görüyor yerle bir olmuş şehirlere sınırlı belediye ödenekleri ile hizmet götürülemeyeceğini, belediye ödenekleri ile şehirlerin yeniden inşa edilemeyeceğini, bütün bir şehrin doyurulup ısıtılamayacağını…

Bir yıl içinde yapılanlar ve yapılmayanlar da ortada zaten…

Mesela 319 bini bir yıl içinde olmak şartı ile 650 bin konut sözü verilmiş, 46 bin konutun kura çekilişi yapılabilmiş. O dönemde de çok konuşmuştuk vadedilen konut sayısının gerçekçi olmadığını, söz konusu rakamların ancak 15-20 yılda yapılabileceğini. Dolayısıyla bölgede çok büyük konut açığının oluşacağını…

TMMOB Şehir Plancıları Odası bir yılda kentleri yeniden inşa etmek sözü yerine bölgesel ölçekten mahalle birimlerine kadar planlı, şehircilik ilke ve esaslarına uygun bir sürecin izlenmesi gerektiğini sıklıkla belirtti. Tüm vatandaşların insanca konaklama alanlarına kavuşturulmasının hemen ardından, bütüncül bir yeniden inşa sürecinin organize edilmesinin önemi üzerinde duruldu.

Fakat depremin üzerinden 18 gün geçmişken acele yer seçim kararları ile kimi bölgelerde kalıcı konut inşaatlarına başlandı. Hızla hareket edildiğinden, yangın, sel gibi farklı doğa olayları düşünülmeden, kırılgan alanlar olarak nitelendirilen alanlarda kentleşme süreci düşünülmeden binalar kondurulur oldu.

Deprem bölgeleri ilçe ilçe, yaklaşık inşaat maliyetlerinin oldukça üstünde rakamlarla müteahhit guruplara paylaştırıldı.

Bütüncül planlama yaklaşımı yerine rezerv alan ve riskli yapı ilanı gibi idari işlemlerle yıkıma uğrayan ilanlarda yapılaşma kararı verildi.

Bugün görüyoruz ki, karar alma süreçlerine halk katılımını engelleyen, plan hazırlama askı ve itiraz süreçlerini devre dışı bırakarak planlamayı bir zaman kaybı olarak gören, vaziyet planı ile gelişigüzel yer seçimi yapan, bütünleşik afet risklerini göz ardı eden, bu aceleci yaklaşım hedeflerine ulaşamadı.

Resmi rakamlara göre depremde 680 bin konut, 170 bin işyeri toplam 850 bin bağımsız birim kullanılamaz hale geldi. 2 Şubat tarihinde resmi makamlarca yapılan açıklamalarda 75 bin afet konutunun Mart ayı sonuna kadar depremzedelere teslim edileceği açıklandı.

Bu da gösteriyor ki, kullanılamaz hale gelen bağımsız birimlerin yaklaşık yüzde 10’u oranında konut yapılabildi.

Üstelik kullanmayı çok sevdiğiniz ‘kadim şehir’ kavramına tamı tamına uyan bu şehirlerde yapılaşma şehrin dokusundan çok uzak biçimde şekillendiğinden, kuvvetle muhtemeldir ki, mecburiyetten birkaç yıl yaşanacak bu deprem konutları kısa süre içerisinde terk edilecek, şehir kendi dokusunu yine kendi kendine örmek durumunda kalacaktır.

Söylenecek şey çok, durumu Bursa açısından değerlendirmeyi başka bir yazıya bırakarak kısacık değinmek istediğim son noktayı izah edeyim; Hataylılar bir yıldır kimsenin kendilerini arayıp sormadığını söylüyor. ‘Biz bu vatanın evladı değil miyiz? Kimse gelmedi bir yıldır. Ben sana oy vermesem de sen bana hizmet etmekle görevlisin. Bir de üstüne tehdit alıyoruz!’ diyor.

Hem CHP kanadını hem de AK Parti kanadını ve diğer partilerin ileri gelenlerini eleştiriyorlar bu noktada. Kimleri alkışlıyorlar biliyor musunuz? O karanlık geceleri aydınlatmak için günlerce uykusuz çabalayan, ülkeyi ayağa kaldıran Volkan Demirel’i alkışlıyorlar mesela, Haluk Levent’i alkışlıyorlar, sosyal medya fenomenlerini, tek yürek olan sanatçıları…

Partizanlık değil, insanlık istiyorlar belli ki…

HABERLER