Biz basın mensuplarının amacı doğru bilgiyi tarafsız bir biçimde okuyucularımıza aktarmak ve onların da şehirlerinde, ülkelerinde olan bitenden haberdar olmasını sağlamaktır.
Konuya işin bu tarafından bakıldığında sosyal medyada yaratılan bilgi kirliliği en çok biz basın mensuplarını rahatsız ediyor.
Hele hele benim gibi internet medyasında çalışanların sosyal medya haber ileticileri ile bir tutulması ve bir düzenleme içerisine alınmamış olması nedeniyle basın kartı alamıyor olmaları ayrı bir hüzün konusu.
İşin buraya kadarki kısmında tüm basın mensupları ile aynı görüşleri paylaştığımıza eminim. Ayrıldığımız taraf, internet medyası ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar öngören kanun teklifinin içeriğinde gizli.
Karşımızda muhteşem başlıklarla bir konuya giriş yapan, ancak ya bu başlıkların altını tamamen boş bırakan ya da başlıkların altını sadece kendi çıkarına yönelik cümlelerle dolduran bir yapı dururken, kanun teklifinde bulunan maddelerin içinin nasıl doldurulacağı ve bahsedilen denetimlerin nasıl yapılacağı benim için kocaman bir soru işareti.
Halkın haber alma özgürlüğünün tam olarak korunabileceğine ve bu konuda basın kuruluşlarına baskı uygulanmayacağına güveni tam olan bir basın mensubu var mıdır çok merak ediyorum doğrusu.
Teklifle “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan” kimse, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetleri ve personeline yönelik suç teşkil eden içerikler katalog suçlar kapsamına alınacak. Teklifle, internet haber siteleri süreli yayın kapsamına alınacak” deniyor.
Burada en çok merak ettiğim konu yasanın nasıl işleyeceği?
Yalanı kim ayırt edecek? Doğru kime göre doğru? Dezenformasyona kim nasıl karar verecek? Denetimleri hangi kurum yapacak? Bu kurum ne kadar güvenilir olacak?
Devlet kurumlarının verdikleri güven anketlerle sabit. Her bir devlet kurumu en son sıralarda yer almak için adeta savaş veriyor.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısındaki konuşmasının bir bölümünü bu konuya ayırdı ve şu soruyu sordu kürsüden:
“Mesela; Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, ‘AKbook’ mu gelecek? Twitter gidecek, yerine ‘Saray Kuşu’ mu gelecek? YouTube gidecek, yerine ‘ŞahsımTube’ mu gelecek?”
Ben de soruyorum:
‘Mesela okuyucuları ile kürsüde konuşulmuş bu cümleleri paylaşan ben ‘korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan’ kişi olarak mı adlandırılacağım?’
Öyle ya, bu konuşmaları sevmeyen, duyduklarından hoşlanmayan bir kesim mevcut. Ben şimdi bu kesimi galeyana getirmiş mi olacağım?
“İktidar her zaman olduğu gibi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz: Sosyal Medya Yasası. Oyun ise hak ve hürriyetlerimize, pranga vurmak” diyor Meral Akşener konuşmasının devamında.
İnsanların giyimlerine karışmak ile başladı bu mesele. Yiyip içtiklerine ve özellikle içtiklerine kadar uzandı. Ardından dinlenen müzik, müziği sahneye koyan sanatçı sansürlendi. Konserler, gösteriler iptal edildi. Festivaller ortadan kalktı.
Şimdi sıra basına geldi. Zaten uzun süredir yazabildiklerini belirli bir düstur ile yazma gayretini azami seviyede gösteren basın mensupları, bundan sonra kurdukları her cümlenin altında hangi mana aranacağını mı düşünecek?
Elbette bir alternatif daha var. Sadece düzenin istediğini yazıp bu işten kurtulmak.
Yanlışları, hataları, olması gerekenleri yazmamak, mazlumların sesini duyurmamak da bir alternatif.
Minicik bir anımı anlatacağım size:
AK Parti’nin yeni kurulduğu dönemlerde Gemlik’te bir çay bahçesinde AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını takip etmek üzere görevlendirildim. Ben muhabirim. Kameramanım rahmetli Tahsin Lale.
Ciddi bir kalabalık var, küçük bir çay bahçesine sığmakta zorlanan, genel başkanlarını yakından, daha yakından görmek isteyen ciddi bir kalabalık.
Arada sıkıştık, insanları itip kakıyorum, ama çıkmama imkan yok.
O anda Erdoğan bizi, daha doğrusu beni fark etti. Kendisini takip etmek için gelen tek basın mensubuydum ve adeta eziliyordum.
“Arkadaşlar, basın mensubu hanımefendiye bir müsaade edin, onlar bizim sesimiz olacak, onlar bizi milyonlarla buluşturacak. Basına saygımız sonsuzdur” dedi.
Ben aynıyım, yaptığım işi yapma biçimim aynı, ama şimdi geldiğimiz nokta ile o gün durduğum nokta öylesine birbirinden uzak ki…