Asgari ücrete bir ara zam beklemediğimi daha önce söylemiştim zaten. Söylediğim gibi de oldu, üstüne bir de açıklama yapıldı Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından; “Asya’daki ülkelere, Endonezya, Filipinler, Tayland’a bakın, bir de Latin Amerika, Brezilya, Şili, Kolombiya, Avrupa’da Bulgaristan, Macaristan ile karşılaştırın. Polonya hariç, gelişmekte olan ülkeler arasında en yüksek asgari ücret bizde!” diyerek.
Asgari ücreti bu ülkelerle karşılaştırmak için elbette dolara çevirerek bir ortak değer elde edilmeye çalışılıyor. İyi güzel de kardeşim, bizim ülkemizde uzun, çok uzun süredir dolar şiddetle baskılanıyor, asla hak ettiği değerde değil, olması gereken en iyi ihtimalle 45-50 TL civarı.
Şimdi sen asgari ücreti baskıladığın dolara çeviriyorsun, sonra da diyorsun ki, ‘bizim ülkemizde asgari ücret yüksek!’
Asgari ücreti alım gücü açısından diğer ülkelerle karşılaştırmayı deneseniz zaten gerçek ortaya çıkacağından buna hiç kimse yeltenmiyor bile.
Haaa… Bir de işin şu kısmı var, şimdilerde asgari ücret açısından karşılaştırıldığımız ülkelere şöyle bir bakıverin, bir zamanlar o ülkelerle aynı skalada olmak Türkiye için ne kadar geri kalmışlık göstergesiydi…
Vehbi’nin kerrakesi anlaşıldı, asgari ücretlinin ve emeklinin tepesine binerek bol keseden dağıttığınız, üç beş kişilik gurupları zengin ettiğiniz sürecin bedelini ödemeyi düşünüyorsunuz. Daha doğrusu ödetmeyi düşünüyorsunuz.
Bu ülke bu tür işleri öyle çok gördü ki…
Biraz da göz korkutmak, ‘aman elinizdekilerin kıymetini bilin, üçüncü dünya savaşı kapıda, bizi çok zorlarsanız şimdi bulduklarınızı da kaybetme ihtimaliniz var’ diyebilmek adına ortada dillendiriliyor bir dünya savaşı ihtimali.
Olmaz mı?
Olur…
Kaynakları böylesine daralan, nüfusu böylesine artan bir dünyada bal gibi de olur üçüncü dünya savaşı…
İsrail ile Lübnan arasında giderek artan çatışmanın, Ukrayna-Rusya savaşının, Kuzey ve Güney Kore arasındaki gerilimin, Çin’in Tayvan üzerindeki baskısının bir anda bizi de içine alan bir girdaba dönüşme ihtimali hiç de yabana atılacak cinsten değil.
Fakat başka, bambaşka bir sebeple!
Dünya nüfusuna 2050’de en iyimser tahminle 2 milyar insan eklenmiş olacak. 9 milyar insanı doyurabilmek için gezegenimizin bize bugün ürettiğimizin 1,5 katı mahsul bahşetmesine ihtiyacımız var.
Dünyanın en kalabalık bölgelerinde kuraklık hüküm sürüyor. Pakistan kavruluyor, Hindistan’ın tarım rekoltesi dörtte bir azalmış. Bizim ülkemizin hayırseverleri zaman zaman kuyu bağışlıyor oradaki halk temiz suya kavuşabilsin diye.
Çin’de de durum farklı değil. Bazı bölgelerde kuraklık bazı bölgelerde ise seller nedeniyle pirinç tarlaları zarar görüyor. Çünkü dünyanın düzeni değişiyor. Küresel olarak ısınıyoruz ve hiçbir ülke bu sorunun sonuçlarından kaçınamıyor…
20. yüzyılda dünya için petrol nasıl bir öneme sahipse 21. yüzyılda da gıda ve su aynı öneme sahip olacak!
Biz ülkemizde hala yapabiliyorken doğru dürüst bir tarım politikası oluşturup kendi kendine yeten ülke statüsüne geçmek yerine, başka ülkelerden tarım ürünlerini ithal edelim, şehirlerimizin verimli tarım topraklarının üzerine sanayi bölgeleri, konut bölgeleri inşa edelim.
Bakın elin Çin’i, ABD’nin en büyük et üreticisini satın almış. Şu anda Amerika’da üretilen her dört domuzdan biri, artık Çinlilere ait.
Suudi Arabistan bağlantılı yatırımcılar Arizona eyaletinde 39 bin dönüm tarım arazisini kapatmışlar.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla yaşanan tahıl krizini biliyoruz. Savaşın en önemli nedeninin ‘su’ olduğunu biliyor muyduk?
Ne kadarı doğrudur bilinmez, ama bazı devletlerin paravan şirketler aracılığıyla paralı askerler tutarak dünyanın farklı bölgelerinde tarım arazilerini ele geçirmeye çalıştıklarına yönelik bilgiler dolaşıyor etrafta.
Tüm bunlara bakınca Üçüncü Dünya Savaşı’nın tarıma elverişli toprak ve su kaynaklarını ele geçirmek için çıkma ihtimalinin daha yüksek olduğunu bir tek ben düşünmüyorumdur herhalde.
Satmıyorum diyenin malını alamayacağınıza göre, bizim için açlık savaşları sürpriz olmayacak!
Anlayacağınız yeni bir savaşın kapıda olması ihtimali beni şaşırtmaz. Fakat ben hali hazırda zaten pek çok gıdaya erişimi olmayan, suyun da kalitelisini içemeyen asgari ücretliyi böyle sözlerle ürkütebileceğinizi düşünmüyorum Sayın Bakan.
Sabit gelirli vatandaşı ‘Bak savaş kapıda!’ diye korkutmak yerine, doğru dürüst bir vergi sistemi oturtup, bu vergi sisteminin denetimini de bir o kadar doğru dürüst yaparsanız eğer, işinizi daha bir layıkıyla yerine getirmiş olursunuz.
Bir de buna işleyen tarım politikaları ile birlikte tarımsal ve sulak alanların korunmasına yönelik çalışmaları ilave ettiniz mi tadından yenmez. Ama o zaman rant da yenmez, yenemez dolayısıyla tüm bunlar işinize gelmez.
İşinize gelen sadece korkutmak, o da bize gelmez…