Biz dün deprem bölgesine yönelik izlenimlerden ve araştırmalardan oluşan raporların sunumlarını takip ederken, fay yasasının detayları belli olmuş. Fay yasası önemli, çünkü şimdiye kadar yapılmamış ve dikkat edilmemiş bir hususa dikkat çekecek. Diyecek ki; ‘Fayların geçtiği bölgelerde inşaat yapılamaz, yapılan inşaatların da bir an önce güçlendirilmesi lazımdır!’
Tam da dün Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in dile getirdiği gibi bir işleyiş. Buna göre, 485 diri fay hattının tamamı 5 ve üzeri büyüklükte deprem potansiyelinde olduğu için 22 il merkezi ve 110 ilçede yapı stokunun yeniden düzenlenmesi öngörülüyor.
Bu arada şunu da belirtelim, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın ‘fay haritalarını en kısa sürede imar planlarına işleyeceğiz’ sözü bu yasaya dayanıyormuş meğer. Yasa bu durumu mecburi kılıyor zaten. Fakat öncelikle Bursa’nın fay zenginliğini ortaya koyan haritayı hazırlamamız lazım ki, bu da 6 ay ile bir yıl arası sürece ihtiyaç var demek.
İşin bundan sonrasında da akla yakın birkaç cümle var. Taslağa göre, deprem riski yüksek yerleşimlerde kat sınırlaması uygulanacak. Fay hatları üzerinden bina tespiti de yapılarak kentsel dönüşümde öncelikli alanlar belirlenebilecek.
Fay ve harita kısmında işler yavaş da olsa yoluna girme umudu taşıyor…
Şehirlerimizin depreme karşı güvenli alanlar haline gelmesi için gerekli önlemlerin alınması elbette sevindirici, ancak mesele buradan sonra şirazesinden kayıyor ne yazık ki…
Yine olağanüstü hal kapsamında Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yetkileri artırılıvermiş dün itibariyle. Konuyla ilgili hem TMMOB Genel Sekreterliğinin hem Mimarlar Odası’nın hem de Şehir Plancıları Odası’nın yoğun çekinceleri var.
Her şeyin başında sürecin Akademik Odalar olmadan yürütüldüğünün altını çizelim.
Böyle olunca denetimsiz bir biçimde faaliyetlerini yürütecek olan Bakanlık, aynı zamanda orman ve mera alanlarını imara açabilecek. Planların askıya çıkartılmadan, halktan saklanacağı süreçte, itiraz hakkı da olmayacak.
Kararname TMMOB Genel Sekreterliği tarafından “Bilimi ve tekniği reddeden bir kararname” olarak nitelendirildi bile.
Yapılan açıklamada;
“Kamusal ve hukuki denetim yok sayılarak bölgedeki planlama ve imar süreci yeniden yapılandırılmaya başlanmış, kamuya ait kaynakların, kentler, doğal, kültürel değerlerin yatırım araçlarına dönüştürülmesine odaklanılmıştır.
Kararname ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na afetten etkilenenlerin geçici veya kesin iskân alanlarını resen belirleme yetkisi verilmiş; bu yetkiye 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamındaki meralar ile 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamındaki orman alanları da dâhil edilmiştir. Bakanlık bu kapsamda belirlenecek alanları orman sınırları dışına çıkararak yapılaşmaya açabilecektir” deniyor.
İnsanlarımızı korumaya çalışırken elimizde bir avuç kalan doğa kırıntılarından da olmak üzereyiz diye anlıyorum ben bu cümleleri.
Kararname ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na; altyapı, üstyapı dâhil her türlü inşaat yapmaya veya yaptırmaya, arsa paylarını belirlemeye, cins değişikliği yapmaya, kat irtifakı, kat mülkiyeti kurmaya; ayrıca bu yetkiyi TOKİ’ye veya bağlı, ilgili ve ilişkili kurum, kuruluş ve bunların iştiraklerine devretmeye yönelik yetki verilmiş.
İşler sadece ve sadece jeolojik etüd raporları doğrultusunda şekillenecek. Oysa bir şehrin sil baştan planlanması için sadece jeolojik etüdü yeterli değildir. Bu alanda Şehir Plancıları, Jeoloji Mühendisleri, Mimarlar ve İnşaat Mühendislerinden oluşan en az dört disiplin bir arada çalışmalı ve her disiplinin çalışmaları milim dahi sapmadan birbiri ile uyum göstermelidir ki, güvenli şehirlerde yaşadığımıza dair huzur bulabilelim.
Oysa bu düzenlemede ne planlamayı görüyoruz ne de mimarların ve mühendislerin katkılarını. Hatta vatandaşın dahi kendi mülkü ile ilgili söz söyleme hakkı elinden alınmış durumda.
Şehir Plancıları Odası Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada;
“Planlamayı sadece süre kaybı olarak gören, yaşanan kayıplardan, felaketten ders çıkarmayan bu anlayış karşısında tüm halkımıza sesleniyoruz!” diyerek konunun muhatabına ulaşılmaya çalışılmış.
Deprem bölgesinde yaşadığı şoku hala atlatamamış, nefes alıp veren bir yanı ile hayata tutunmaya çalışan vatandaşın bahsedilen konularla ilgilenecek hali olduğunu sanmıyorum. Burada görev bize düşüyor. Bölgede yaşayan ve yaşamaya devam edecek olan vatandaşın hakkının savunulması, ileride yaşanması mümkün alanların oluşturulması sorumluluğu da bizlerin omuzunda.
Koyulan kriterler sadece depreme dayanıklı binalar yapmak üzerine çalışıldığının göstergesi. Günlerdir sıraladığımız pek çok nedenle afetten felakete dönüşen bu doğa olayının sonunda yıkıntıların arasından rant devşirilmeye çalışıldığını hissetmek bile yeterince kötü.
Belki bu kez doğruyu yaparız diyordum, depremin ardından hızla alınan kararların iler tutar yanı olmayınca bu umutlarım da çöktü…