Bir kadın gazeteci olarak 25 Kasım’da, benim için çok daha büyük anlamları da olan, ancak tüm dünyanın ‘kadına karşı şiddetle uluslararası mücadele günü’ olarak bildiği bugünde, kadına ve şiddete yönelik birkaç satır yazmasam olmazdı elbette.
Konuyla ilgili bugün pek çok basın açıklaması yapılıyor ve haliyle kadına yönelik şiddet tüm bakış açılarında kınanıyor.
Bu mevzu da öğretmenler günü kutlaması gibi bir günlük hareketliliğin ardından bir yıl rafa kaldırılan işlerden biri aslında.
Önemli olan konunun içe sindirilmesi, toplumda kabul görmesi…
O da şu anda mümkün mü?
Açıp birkaç haber sitesi dolaşın, birkaç bülten izleyin ve ne kadar çok şiddet bilgisi ile karşı karşıya olduğunuzu görün, sonrasında imkansızın peşinde koştuğumuz konusunda bana hak vereceksiniz.
Hatta anladığım kadarıyla bir görüş, ‘kadına karşı şiddete yönelik açıklamalar yapıldıkça konu sürekli gündemde kalıp daha sıcak hale geliyor’ fikrine sahip olmaya dahi başlamış.
Aynı bakış açısını çocuk taciz ve tecavüzlerinde, intihar vakalarında da görmüştük.
Peki üstü örtülen meselelerin ortadan kalkması sağlanıyor mu? Sağlandı mı?
Elbette ki, hayır!
İnsanları sessiz sedasız bir köşede kaderleri ile baş başa bırakmış olduk sadece.
O halde şimdi aynı tecrübeyi kadınlara da yaşatmaya mı geldi?
Uzmanlar;
‘Tüm dünyada toplumsal cinsiyet ilişkilerinin uzlaşmaya değil, keskinleşmeye gittiği bir dönemden geçiyoruz ve bir “erkeklik krizi” ile birlikte “Eril restorasyon” sürecine girildiğini deneyimliyoruz. Yeni sağ popülist otoriter iktidarlar “Aile Dostu Gruplar” oluşturuyorlar ve bu bir tesadüf değil.
Tarihsel süreç içinde var olan erkek egemen ayrımcı üstünlüğü beslemek için, ataerkilliği dayatmak için hem daha fazla şiddete başvuruyorlar hem de devlet ideolojik aygıtlarını harekete geçiriyor.
Geleneksel şiddet kalıpları değişiyor. Kadına yönelik şiddet sadece aile içinden ve yakın çevreden gelmiyor artık. Erkekler hiç tanımadığı kadınlara, LGBTİ bireylere sokakta kıyafetini beğenmediği için tokat atabiliyor, saldırabiliyor. Şiddet “Erkeklik kriz” ile birlikte çok geniş bir zemin buluyor. “Hakkı yenilmiş”, “hak ettiğini alamayan mağdur” erkekler var. Bu “mağdur grup” şiddeti olağan bir yönteme dönüştürdü. Sadece fiziksel şiddet biçimlerinin yönü ve biçimi değişmedi toplumsal olarak da psikolojik şiddetin uygulandığı bir süreç inşa ediliyor.’ diyerek tanımlıyorlar içinde bulunduğumuz sürecin anlam veremediğimiz yönlerini.
Sürecin bu biçimde işlemesinin bize sunduğu sonuçlar da var elbette.
Hem de çok acı sonuçlar…
Birleşmiş Milletler’in raporuna göre geçtiğimiz yıl dünyada bir saatte 5’den fazla kadın veya kız çocuğu yakınları tarafından öldürülüyor. Bu 2021 yılı için 81 bin kadın cinayeti demek.
Yine aynı rapor bize birçok kadın ve kız çocuğunun evlerinde güvende olmadıklarını söylüyor.
Konuyla ilgili DEVA Partisi’nde yaptığımız sohbet sırasında söylediğimi yinelemek istiyorum;
‘Şiddeti önlemede en büyük etken biz kadınlarız, önce biz bu konuda eğiteceğiz kendimizi, biz vereceğiz mücadelemizi, biz isteyeceğiz verilmeyen haklarımızı, biz talep edeceğiz bize karşı kullanılan dilin düzeltilmesini, biz değiştireceğiz iş dünyasının erkek egemen kurallarını… Hasılı kelam kadını kadının kurdu olmaktan çıkarmakla başlayacak her şey’
NOT: Şiddetin toplumdaki yansımalarından yoğun olarak bahsettiğim bir yazıda sokak hayvanlarına son günlerde uygulanan şiddet olaylarını yok sayamazdım elbette.
Bundan bir hafta kadar önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerinin yeniden yanlış anlaşılmasından ve sokak hayvanlarına karşı şiddetin dozunun artmasından endişelendiğimi belirtmiştim.
Korktuğum başıma geldi ne yazık ki, barınakları büyütmek, koşullarını iyileştirmek yerine vahşeti tercih etti insanoğlu. Bu zulmün son bulmasını ve sokak hayvanları konusuna vicdanları kanatmayan bir çözüm bulunmasını talep ediyorum.