Ülkenin belli başlı sorunları içinde içimizi en çok acıtanlardan biri eğitim, diğeri sağlık sistemi daha doğrusu sistemsizliği…
Şunun şurasında birkaç gün önce yazdığım bir yazıda da belirtmiştim, artık kuyrukları evlerimizde beklediğimizden kimse kuyruk görmüyor ve kuyruk olmayınca sorun da olmuyormuş gibi davranıyor sağlık sistemi içinde diye. Bu iş daha çok deve kuşunun başını kuma gömüp koca gövdesinin görünmediğini düşünmesi gibi bir şey.
Elbette ki, ortaya koyulan illüzyon kısa süre sonra hilelerini açık ediyor ve iletişim araçlarının böylesine güçlü olduğu dünyada herkesin birbirinden haberi oluyor.
Bursa Tabip Odası’nın yeni yönetiminin basın ile buluşması için düzenlenen organizasyonda dertli ile derdi dinleyen bir araya gelince tam da bu meseleler yine oturdu gündeme.
Rakamlar çarpıcı, Bursa Tabip Odası Başkanı Dr. Kadir Binbaş; “Sistem korkunç bir doktora başvuru sayısıyla bizi baş başa bırakıyor. Yıllık 850 milyon kişi! 2024 yılında doktora başvuru sayısının bir milyar olması bekleniyor! Yılda 10 sefer hekime başvuru sayısı var Türkiye ortalamasında. Bu sayı Bursa’da 12, bu başvuruların beşte biri acil servislere yapılıyor!”
Güya Aile Hekimliği Sistemi çok güçlü bir sistem olarak karşımızda duracak, sonrasında branş doktorlarına ve hastanelere gitmek aile hekiminin sevki ile olacaktı.
Sağlıkta reformu kaç senedir konuşuyoruz hatırlamıyorum, ama hiçbir doktora aile hekimimin sevki ile gitmediğime çok eminim, hatta aile hekimim beni bir doktora sevk etse de o sevki gittiğim doktora göstersem şoka gireceğini garanti edebilirim.
Sistemsizliğin içinde hasta sağlığa ulaşmaya, doktor da hastasını sağlığına ulaştırmaya çalışırken, herkesin malumu olduğu üzere hasta başına yaklaşık 5 dakika muayene süresi düşüyor artık ve o sürenin de zaman zaman sorular ve reçeteler ve sonuç göstermeler derken kesintilere uğradığını unutmamak gerek.
Sonuç?
Hasta mağdur, doktor mağdur, sağlığı ara ki bulasın…
Ortada bir rakam daha var Kadir Binbaş’ın telaffuz ettiği;
“2021 yılı TÜİK verilerine göre hasta başına 506 dolar harcıyoruz ülke olarak, ancak bu harcamaların önemli bir bölümü yatırımlara gidiyor. Dolayısıyla hasta başına düşen harcamamız 106 dolar civarında. Amerika 16 bin dolar harcıyor kişi başına!”
Buraya kadar sadece ülke içinde olan sorunları konuştuk. ‘Giderlerse gitsinler!’ sözüne karşılık; ‘Eyvallah…’ deyip bavulunu eline alarak başka ülkelerin kapısını çalan doktorlardan, özel uzmanlık alanlarında çalışan doktorların sayı olarak giderek azalmasından hiç bahsetmedik bile…
Neyse bu da başka bir yazının konusu olsun.
Biz gelelim kör topal yürüyen, daha doğrusu yürüyemediği için bugün Saraçhane’de toplanan eğitimcilerin sorunlarına.
Her kuşu tuttuk sıra leylekte diye bir laf vardır bilmem bilir misiniz?
Tam öyleyiz biz de. Büyük şahlanışı gerçekleştirdik, koskoca yüzyılı ‘Türkiye yüzyılı’ diye sahiplendik, şimdi bir de üstüne tüy dikmek mahiyetinde ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ adıyla eğitimde reform gerçekleştiriyoruz. Reformun adı bile bin yıl geriden geliyor!
Sadeleştirme niyetiyle çıkılan yolda Atatürkçülük ve Atatürkçülüğü çağrıştıran kavramların sadeleştirildiğini görmek şaşırtıcı değil elbette.
Mitingde konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel; “Cumhuriyet ile derdi olan bir Bakan, Cumhuriyet ile sorunu olan bir müfredat dayatmaktadır!” diyerek çok güzel özetlemiş durumu.
Elbette defalarca üzerinde konuştuğumuz mülakat sorunu da gündemde.
Özel, “Madem atamayacaktın, bu 1 milyon günahsızı niye okuttun? Üç yıl tasarruf tedbirleri yapacağız, emekli kadar atayacağız diyorlar. Yani hiç öğretmen almazsak 65 yıl sürecek öğretmenlerin ataması. İtibardan tasarruf olur ancak eğitimden tasarruf olmaz. Diğer yaramız mülakattır. Yüzde 50 mülakat, yüzde 50 KPSS diyorlar. Hani mülakat kaldırılacaktı?” diye sordu meydanlardan.
Her zorluğu aştığınızda ve öğretmen olarak atandığınızda, eğitimde oynanan oyunları da ‘gözümü kaparım vazifemi yaparım’ diyerek içinize sindiremeseniz de uygulamaya karar verdiğinizde dahi bitmiyor uğradığınız haksızlıklar.
Özgür Özel küçük bir matematik hesabı yaparak açıkladı aslında durumu.
“Atanmayanlar burada, atananlar da dertli. 91 bin açıkta norm kadro varken, 81 bin ücretli öğretmen atamak devlet eliyle güvencesiz istihdamdır. Devlet eliyle eğitimci emeğinin sömürülmesidir. Bütün milletimize şikayet ediyorum. 2002’de en düşük öğretmen maaşı 635 TL ve 20 tane çeyrek altın alıyor. Bugün en düşük öğretmen maaşı 31 bin lira ve sadece 11 çeyrek altın alıyor. En düşük öğretmen maaşında AK Parti iktidarı boyunca neredeyse yarı yarıya gerileme var. Öğretmenler her ay 9 çeyrek altın kaybediyor!”
Bir önceki yazımda tarım politikalarında hiç de söylendiği gibi iyi bir noktada olmadığımızı belirtmiş, bu konudaki uzman görüşlerine yer vermiştim, yine yakın bir geçmişte adalet sistemimizin bir sistemsizlik içinde eriyip gittiğini, herkesin kendi adaletine dağıtma çabası içine girmesiyle birlikte bir dehşet ülkesi haline geldiğimize değinmiştim.
Sağlık ve eğitim sistemlerini de işledikten sonra işleyecek başka konu kalmadı diyeceğim, daha doğrusu bunu demeyi isterim, ama burası Türkiye ortalama bir Avrupa ülkesinde bir yılda yaşanan gündem değişikliğini biz bir haftada yaşıyoruz. Dolayısıyla daha çok yazıp konuşacak şeyimiz var bu köşeden…