Genel seçimlerden önce de konuşmuştuk bu konuyu. ‘Türkiye’de küçük fikir ayrılıklarından doğan çok sayıda parti olunca seçmen gücü de dağınık hale geliyor, dolayısıyla muhalefette kalan partilerin etkinliği de zayıflıyor’ fikrinde birleşmiştik bir grup arkadaş olarak.
O günkü konuşmamızdan doğan fikre göre, tüm dünyada yükselen milliyetçilik akımına paralel milliyetçi cepheyi temsil eden partilerin bir çatı altında toplanması güçlü seçmen hareketliliğini, dolayısıyla da muhalefette dahi kalsalar etkin muhalefeti sağlayacaktı bize göre…
İYİ Parti, MHP, Zafer Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin birlikteliğinden bahsediyorum…
Prof. Dr. Ersan Şen, Sözcü TV’deki programında konuyla ilgili bir açıklama yaptı ve iddiasını şu sözlerle ifade etti:
“Günün sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nde milliyetçi partiler bir araya gelecek. İYİ Parti, Zafer Partisi… Hepsi MHP’de birleşecek. Bunun şartı milliyetçilerin kavgayı, küslüğü bitirmesi. Devlet Bahçeli’nin liderliğinde olur, başka liderlikte olur…”
Doğrusu önümüzdeki seçim dönemine kadar böyle bir atılımı milliyetçi cepheden görmek beni hiç şaşırtmaz, hatta ülkede güçlü bir milliyetçi partinin varlığı denge açısından istediğim üçlü sacayağının birinin yere bastığını gösterir.
Fakat buna karşılık diğer iki sacayağının da aynı sağlamlıkla yere basması sağlar dengeyi.
Bu da güçlü milliyetçi bir partinin karşılığında güçlü bir merkez partinin ve güçlü bir sosyal demokrat partinin varlığına işaret eder.
AK Parti şimdiki varlığı ile güçlü bir merkez sağ parti ihtiyacını karşılıyor. Elbette içinde bulunan ve dini nüvelerle beslenen sivri uçlarını törpülemek kaydıyla…
Şimdilik bizim elimizdeki en büyük noksanlık sol yapıyı kucaklayacak güçlü bir sosyal demokrat parti…
Bu boşluğu şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da CHP’nin karşılaması beklentisi hakim aslında toplumda. Tüm bu itiş kakış da buradan kaynaklanıyor. Bir de hep söylediğim gibi sol siyasetteki anlayışın sürekli bir tartışma ortamından doğacak doğrularla ilerleyecek olması biraz yıpratıcı…
Malum sağ siyasette bunun karşılığı ‘Lidere itaat’ten geçer…
Bugün gündemin önemli başlıklarından biri de Ekrem İmamoğlu’nun bahsettiğim bu yapının nasıl kurulacağına ilişkin Gazete Oksijen’e yaptığı açıklamalarıydı.
Açıklamanın bütününde genel seçim vaatlerinin en önemlisi olarak sıklıkla dile getirilen güçlendirilmiş parlamenter sisteme yönelik bir atıf ya da doğrudan bir söylem göremedim ne yazık ki.
Daha ziyade güçlü liderlik ve sağladığı avantajları dile getiren ‘İmamoğlu’nun bu bakış açısı gerçekçi midir, yoksa parlamenter sistemin katılımcılığı artıran gücüne inanları bir kenara itmek midir?’ sorusunun tartışılması gereken önemli noktalardan biri olduğunu düşünüyorum…
Güçlendirilmiş parlamenter sistemin karşısına koyulan güçlü liderin demokratik ve hesap veren olması gerektiğinin altı çizilmiş açıklamada. Fakat güçlenen, giderek daha güçlenen, güçlenip yükseldikçe halkla bağı kopan liderin kime ve nasıl hesap vereceği konusu bence çok muallak…
Bir de İmamoğlu tarafından hassasiyetle dile getirilen Kürt ve Alevi sorunu var…
Toplumun açık yaraları olarak tarif edilen bu iki sorunun toplumun genelinin tartışacağı şeffaf bir ortamda çözüme kavuşturulması hedefi var İmamoğlu’nun önünde…
Belki de yeni bir çözüm süreci var kafalarda…
İmamoğlu’nun merkezden yönetim yerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi bir yol izleyeceğinin işaretleri de var yapılan açıklamada.
Hatırlatmakta yarar var; bir dönem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da merkezden yönetim yerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi diye yola çıkmış, sonrasında yerel yönetimlerin aldıkları, alacakları her önemli kararda Ankara’ya danıştıkları, hatta yerel yönetimleri bay pass etmek isteyenlerin doğrudan Ankara’dan karar çıkarttırdıkları bir yönetim biçimi kucağımızda kalmıştı.
Halen bu yönetim biçimi ile boğuştuğumuzdan, sürekli olarak, ‘Bursa Ankara’dan mı yönetiliyor?’ minvalinde yazılar yazıyoruz sıklıkla…
Son olarak ele alınması gereken ve benim bahsettiğim sacayağının tamamlayıcısı olan konu ‘ideoloji.’
Gerek parti içinde gerekse siyasete uzak duran CHP seçmeni vatandaş arasında en çok konuşulan soru şu;
‘İmamoğlu solcu sosyal demokrat mı, yoksa sağ tandansta bir politik isim mi?’
Bu sorunun yanıtı yukarıda saydığım başlıkların hepsinden daha önemli. Zira İmamoğlu CHP’nin içinde siyasi hayatını sürdürmeyi planlamakta.
Yapılan açıklamanın içinde bu konudaki endişelere yönelik iki önemli mesaj var.
“2008’den beri dünya ekonomisindeki çalkantılar bitmedi. Ama daha önemlisi, sosyal adaleti umursamayan ekonomi politikalarının sonucu artan gelir eşitsizliği Türkiye dahil birçok ülkede yoğun borçlanmaya, derin yoksulluğa, evsizliğe, yetersiz beslenmeye yol açıyor.”
Sosyal adalet ve sosyal demokrat bakış açısını eşleştirmekte çok da zorlanmayacağınızı düşünüyorum.
Sosyal demokrat düşüncenin koruması gereken kavramlardan biri olan ‘emek’ kavramı da unutulmamış…
“CHP’nin, kuruluş ilkeleri ışığında emeği önceleyerek toplumun gerek örgütlü gerek örgütsüz kesimleriyle güçlü bağlar kurduğu yeni bir teşkilat mimarisini oluşturacak tarihsel birikimi, ideolojik donanımı ve insan kaynağı mevcuttur.”
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğazın yarattığı kötücül iklim, CHP’nin içindeki tartışmaların yoğun gündem oluşturması ile adeta savuşturulurken, gerek partililerin gerekse seçmenin önüne böylesine önemli bir yol haritası koyulmuş olması bence son derece kıymetli…
Beni endişelendiren ‘güçlü lider’ kavramının alt başlıklarını İmamoğlu’ndan istemek ve katılımcı demokratik bir yönetim biçiminin benimsenmesini sağlamak dışında bir çekincem de yok doğrusu…
Ekrem İmamoğlu benim arzu ettiğim sosyal demokrat çatıyı çatıp sol tandanslı farklı bakış açılarını bir noktada toplayan, dolayısıyla yeri ve özü belli olan bir CHP’yi küllerinden doğurabilecek lider midir? Bilmiyorum…
Bildiğim şey, bu ülkeye güçlü bir sosyal demokrat partinin acilen gerektiğidir…